Allah Teâlâ, içinde yaşadığımız kâinatı mükemmel bir düzende yaratmıştır. Gökleri, yeri ve içindekileri harikalar âlemi olarak düzenlemiştir. Dünyamızı dağlar, ovalar, ormanlar, vadiler, nehirler ve denizlerle donatmıştır. Biz içinde yaşadığımız dünyamızı canlı cansız birçok varlık ile paylaşmaktayız. Bunlar arasında sadece insan çevresine hâkim olan ve ona şekil veren, onu değiştiren, kendine uygun hâle getiren yegane canlıdır. İnsanın bütün bunları yapması aklı ve iradesi ile olmaktadır. Aklını kullanan insan bir şeyleri nasıl yapacağını planlar, bu plan ve düşüncesini hayata geçirmek için kararını verir böylece iradesini kullanarak düşüncelerini, istek ve arzularını gerçekleştirir.
Yüce Allah, insana değer vermiş ve onu diğer canlılarda olmayan üstün özelliklere sahip bir varlık olarak yaratmıştır. Bu yüzden insan “eşrefi mahlukattır.” Yaratılanların en şereflisidir. Rabbimiz bu hakikati şöyle ifade buyurmuştur: “Biz gerçekten insanı en güzel bir biçimde yarattık.”1 Başka bir ayette ise “Biz hakikaten insanoğlunu şan ve şeref sahibi kıldık. Onları (çeşitli nakil vasıtaları ile) karada ve denizde taşıdık; kendilerine güzel güzel rızıklar verdik; yine onları, yarattıklarımızın birçoğundan cidden üstün kıldık.”2
İnsanı diğer canlılara üstün kılan bu özellik onun yeryüzünde Allah’ın (c.c) halifesi olması sebebiyledir. Rabbimiz bu hakikati şu şekilde ifade buyurmuştur: “Sizi yeryüzünün halifeleri kılan, size verdiği (nimetler) hususunda sizi denemek için kiminizi kiminizden derecelerle üstün kılan O’dur…”3
“(Allah) göklerdeki ve yerdeki her şeyi kendi katından (bir nimet olarak) sizin hizmetinize verendir…”4
Sahip olduğu akıl ve irade nimetlerini doğru ve yerinde kullanan insan, çevresini ıslah ve imar ederek kültür ve medeniyetler kurmuş, yaratılışıyla uyum içerisinde hareket etmiştir. Bazen de bu iki nimeti yanlış ve kötü şekilde kullanmış çevresini yakıp yıkmış, tamiri çok zor zararlar vermiştir. Canlılar içinde sadece insan akıl ve irade sahibidir.
Aklını kullanan insan hayatını kolaylaştıracak alet ve makinalar yapmakta böylece çevresine hakim olmaktadır. Birlikte yaşadığı insanlarla ilişkilerinde iyiyi, kötüyü, faydalıyı, zararlıyı ayırt etmek için aklını kullanmakta ve iradesini kullanarak bunlar arasında tercihler yapmaktadır. Yaptığı bu tercihlerin iyi ve güzel neticelerinden istifade ettiği gibi kötü ve çirkin sonuçlarına da katlanır. Rabbimiz bu hususu şu şekilde ifade etmiştir: “Biz insana eğri ve doğru iki yolu da göstermedik mi?”5 Başka bir ayette de şöyle buyurmuştur: “… ve de ki, (artık) Hak (yol) Rabbinizden (gelmiştir). Artık dileyen inansın dileyen de inkar etsin, Şüphesiz biz zalimlere duvarları kendilerini çepeçevre kuşatacak bir ateş hazırladık.”6
İnsan beden ve ruhtan meydana gelmiştir. Bedenimiz maddi yönümüzü ruhumuz ise manevi yönümüzü oluşturur. Bizi diğer varlıklardan ayıran ve bedenimize değer kazandıran şey ruhumuzdur. Ruhumuz soyut bir varlıktır. Bu yüzden elle tutamaz gözle göremeyiz. Ruhumuzla bedenimiz arasındaki ilişkiyi elektrik ile lamba arasındaki ilişkiye benzetebiliriz. Elektriği göremeyiz fakat lamba yanınca var olduğunu anlarız. Nasıl ki lamba elektriksiz yanmazsa bedenimiz de ruhsuz yaşayamaz.
Beden ve ruhun yapıları birbirinden çok farklıdır. Bedenimizin varlığını devam ettirebilmek için onu maddi gıdalarla beslenmemiz gerekmektedir. Ruhumuzun varlığını devam ettirebilmek içinse onu manevi gıdalarla beslememiz gerekir. Ruhumuzun ihtiyacını ise Allah’a (c.c) iman, ibadet, dua, yardımseverlik, şefkat ve merhamet gibi manevi gıdalarla karşılayabiliriz. Ruhumuzun ihtiyacı olan mutluluk ve gönül huzuruna ancak bu şekilde ulaşırız. Nitekim Allah (c.c.): “Ben insan ve cinleri ancak bana ibadet etsinler diye yarattım.”7 buyurarak insanın yaratılış amacını açıklamıştır. Bir amaca ulaşan insan böylece hakiki mutluluğa erişmiş olur.
Ruhumuz ve bedenimiz bize Allah’ın bir emanetidir. Yüce Rabbimiz bizden bedenimizin sağlığını korumamızı istediği gibi, ruhumuzu da iyiliklerle besleyip kötülüklerden korumamızı istemektedir. Bu da ancak din ile mümkündür. İnsan ruhunun ihtiyaçlarını karşılamak üzere Yüce Allah İslam dinini göndermiştir.
İnsanın inanma ihtiyacı fıtridir. Maddi hayatımızı devam ettirebilmek için yeme-içmeye ihtiyacımız olduğu gibi manevi hayatımızı devam ettirebilmek için de inanma ve ibadet etme ihtiyacımız bulunmaktadır.
Din kelimesi sözlükte “âdet, durum; ceza, borç, mükâfat; itaat” anlamlarına gelir. Terim olarak din, “akıl sahibi insanları kendi hür iradeleriyle iyiye ve doğruya yönelten ve onların mutluluğunu amaçlayan ilâhi kurallar bütünüdür.” şeklinde tarif edilir. Bu kuralların başında inanç esasları, ibadetler ve ahlak ilkeleri gelmektedir. Din akıl sahibi insanları muhatap alır. Aklı olmayan kimseler din ve hukuk tarafından muhattap kabul edilmez. Dinin hür irade ile benimsenmesi, emir ve yasaklarının yerine getirilmesi gerekir. Dinin gayesi kişiye dünya ve ahiret mutluluğunu kazandırmaktır. İnsan kendi iradesi ile seçmediği, başkası tarafından zorlanarak yaptığı şeylerle mutlu olmaz. Özellikle dinin ibadet ve ahlak boyutu zorlama ile yerine getirilemez. Bu durumdaki kişi ancak bir dış baskı durumunda bazı davranışları yerine getirir ve bu olmadığı zaman başka türlü hareket eder. Bu yüzden insan dinin inanç, ibadet, muamelat ve ahlâkla ilgili hükümlerini kendi özgür iradesi ile yerine getirmelidir.
Yüce Allah (c.c.) buyuruyor ki:
“O hâlde sen, yüzünü ve özünü hak din olan İslam’a çevir. Allah’ın insanları yaratırken özüne yerleştirdiği fıtrata uygun hareket et…” Rûm Suresi, 30. ayet.
“Gecenin karanlığı onu kaplayınca (İbrahim) bir yıldız gördü, ‘Rabb’im budur.’ dedi. Yıldız batınca, ‘Batanları sevmem.’ dedi. Ay’ı doğarken görünce, ‘Rabb’im budur.’ dedi. O da batınca, ‘Rabb’im bana doğru yolu göstermezse elbette yoldan sapan toplumların bir ferdi olurum.’ dedi. Güneş’i doğarken görünce de, ‘Rabb’im budur çünkü bu daha büyük.’ dedi. O da batınca şöyle dedi: Ey kavmim! Ben sizin (Allah’a) ortak koştuğunuz şeylerden uzağım. Ben içtenlikle yüzümü, gökleri ve yeri yoktan var edene çevirdim ve artık ben asla Allah’a ortak koşanlardan değilim.” En’âm suresi, 76–79. ayetler.
1. Tin suresi, 4. ayet.
2. İsrâ suresi, 70. ayet.
3. En’âm suresi, 165. ayet.
4. Câsiye suresi,13. ayet.
5. Beled suresi, 10. ayet.
6. Kehf suresi, 29. ayet.
7. Zariyat suresi, 56. ayet.