Kasabadaki büyük küçük herkesin saygısını kazanmış Hasan Hoca, Merkez Camii’nde ikindi namazını kıldırdıktan sonra ağır adımlarla çarşının girişindeki müftülük binasına doğru ilerliyordu. Dükkânların önündeki mermerlerden yürüyor, bunların bittiği yerlerde ise mecburen çamur yola iniyordu. Elbisesine çamur sıçramasın diye dikkatlice yürürken bir taraftan da esnafla selamlaşıyor, hâl hatır soruyordu. Elektrikçi dükkânının yanına gelince Necip Usta, onu dükkânına davet etti.
— Buyurun, hocam! Bir çayımızı için. Bugün Cuma namazında ne güzel izah ettiniz. İnsanları ancak dine sarılmak kurtarır. Hem soracağım bir iki şey de var. Aceleniz yoksa lütfen buyurun!
— Müftülükte işim var; ama o kadar acele değil. Bir çayınızı içip biraz sohbet edelim. Cami ve namazla pek arası olmayan Sabuncu Kazım Efendi, Necip Usta’nın komşusuydu. Hocanın sesini duyunca o da elektrikçi dükkânına geldi. Necip Bey çayları söylerken, Sabuncu Kazım Efendi söze girdi:
— Hoca! Din, insanlara huzur ve saadet getirir, diyorsun. Ama aradan geçen bunca zamana rağmen dünya hâlâ kötü insanlarla dolu. Hasan Hoca,
— Ağır ve derin bir konuya daldın, evladım, dedi. Göz ucuyla sabuncuyu süzdü. Kendinden emin bir şekilde sabuncuya dönüp az ileride kirli ve çamurlu elbisesiyle dolaşan adamı göstererek,
— “Dünya, yüzyıllardır sabunu da biliyor. Sabunun kirleri, pislikleri temizleyeceği söyleniyor. Fakat dünyada hâlâ pek çok kir, pislik ve bunlarla kirlenen pek çok insan var, öyle değil mi?” dedi.
Sabuncu hemen itiraz ederek:
— Öyle ama, dedi, sabun kullanıldığı zaman faydalıdır. Kendini ısrarla çamurun içine atana sabun ne yapsın!
Hasan Hoca fırsatı yakalamıştı. Taşı gediğine koymanın tam zamanıydı:
— Haklısın, dedi. Kendini çamurun içine atana sabun ne yapsın, sabuncu ne yapsın? Evladım! İşte din de böyledir. Uygulanır ve yaşanırsa dünyaya iyilik getirir. Kendini haramlara, günahlara, zulüm ve haksızlığın içine inatla atana din ne yapsın?
Recep Özdirek, Benim Güzel Dinim 3, s. 20-21.