Eğitim, öğretilmek istenen bilgilerin benimsenmesini ve sindirilmesini amaçlar. Eğitim de hedef, bilginin, insanların yargı ve davranışlarına kaynak ve temel oluşturmasıdır. Bu niteliğiyle eğitim, şuurla birlikte alt şuura, kalbe ve ruha hitap eder ve muhataba yeterlilik ve olgunluk kazandırmayı hedefler. “Ö ğretim” ise yeni bilgilerin, yeni kişi ve topluluklara verilmesi manasına gelmektedir. Bu ise sadece akla ve hafızaya hitap eden bir çalışmadır. Bu bağlamda “Eğitim” öğretimden daha ileri bir safhayı ifade etmektedir.
Peygamber Efendimiz (s.a.v.) bir hadis-i şeriflerinde bu konuya dikkat çekerek şöyle buyurmaktadır:
“ Allah’ım, bana daha önce öğrettiklerinden istifa etmeyi nasip eyle, fayda verecek ilmi bana öğret ve ilmimi artır”10
Nesiller, hayatları boyunca kazandıkları servetlerin, mal, mülk, alet ve eşyaların yanı sıra görgü, tecrübe, bilgi, dil, edebiyat, örf, âdet, hukuk gibi sosyal ve kültürel olguları da kendilerinden sonrakilere miras olarak bırakıp gitmişlerdir. Yeni nesillerin bırakılan bu manevi mirası almaları, daha önceki deneme, yanılma ve başarıları öğrenerek bunların ışığı altında eğitilip geleceğe hazırlanmaları, toplumun ilerlemesi ve güçlenmesi için şart olmaktadır. Bu manevi miraslar bir toplumu, bağlantısız ve amaçsız bir yığın olmaktan çıkarıp görgülü ve köklü bir ulus hâline yücelten bir hazine, yeni atılım ve başarılar için gerekli bir dayanak ve engin bir güç kaynağı olmuştur.
Bilgi tek başına fazilet değildir. Asıl önemli olan, bilgiyi insanların faydasına kullanmak ve onlara hizmet etmektir. Fakat ne yazık ki günümüzde yapılan araştırma ve keşifler çoğunlukla çevreyi tahrip etmektedir. Bununla birlikte bu teknolojik yenilikler ya insanları sömürmeyi ya da onları yok etmeyi amaçlamaktadır.
Yusuf İslam (Cat Stevens) şöyle der: “Bugün Batının geliştirdiği çalışmalardan ancak çok az bir kısmı insanlığın faydasına hitap ediyor. Geri kalanı, belli bir kesimin diğerleri üzerine üstünlük kurması yönünde kullanılması için üretiliyor. Bugün bilimin sonuçlarının %5’i insanın problemlerine çözüm getiriyorsa %95’i tehdit edici yönde…”11
Raci Garaudy (Roger Garaudy) de bu gerçeği şöyle dile getirmektedir: “Milyonlarca kişinin bir lokma yiyecek ve içecek bulmakta güçlük çektiği günümüzde, kişi başına düşen patlayıcı madde tonlarla hesaplanabilmektedir”12
Cahil; bilgisiz olan, bir şey hakkında yeterli ilme ve bilgiye sahip olmayan, bir şeyin önemini gereği kadar fark edememiş olandır. Kur’an-ı Kerim’de cahil; Allah’ın (c.c.) emirlerine karşı soğuk davranan13, iyiliği emretmeyip, kötülükten alıkoymayan14, hakkında kesin bilgileri olmamasına rağmen zanna dayanarak bazı şeylerin peşine düşen ve elde ettiği eksik bilgiler üzerine hükümler bina eden15, gönderilen elçilerin mesajlarına karşı kulak tıkayıp onları işitmeyip, anlamayan yada anlamasına rağmen anlamamazlıktan gelen16, boş ve faydasız söz, iş ve düşüncelerin peşinde olan, nerede nasıl davranacağı belli olmayan17, kendisi salih bir amel ortaya koymadığı gibi, güzel iş yapanlara engel olan18 gibi anlamlarda kullanılmıştır. Tanımlarda dikkatimizi çekmesi gereken nokta Kur’an-ı Kerim’de, bir konu hakkında bilgisi olmayandan ziyade bilgisi olduğu halde onunla amel edemeyen insanlar cahil olarak nitelendirilmiştir ve bu bağlamda Kur’an-ı Kerim bizden cehaletten yüz çevirmemizi istemiştir: “…Sakın cahillerden olma!”19
Peygamber Efendimiz (s.a.v.); “Hiçbir kul, kıyamet günü ömrünü nerede tükettiğinden, ilmiyle ne yaptığından, malını nerede kazanıp nerede harcadığından, vücudunu nerede yıprattığından sorulmadıkça bir adım dahi atamaz”20 buyurarak bilginin nerede harcandığı sorusunun kıyametin öncelikli imtihanlarından biri olduğunu hatırlatmaktadır.
Bir başka hadis-i şeriflerinde Peygamber Efendimiz (s.a.v.), ilim sahibi olmasına rağmen ilmiyle amel etmeyen bir kişinin kıyamet günündeki acıklı durumunu şu şekilde dile getirir: “Kıyamet gününde bir kişi getirilir ve cehennemin içine atılır. Cehennemde onun bağırsakları derhâl karnından dışarı çıkar.
Sonra o kişi bu halde değirmen döndüren merkep gibi döner. Bunun üzerine cehennem ahalisi o kişinin başına toplanır ve:
“Ey Fulân! Senin bu hâlin nedir? Sen bize (dünyada) iyilikleri emreder ve bizleri kötülükten nehyetmez miydin? derler.
O da:
“(Evet) ben size iyilikleri emrederdim, fakat onu kendim yapmazdım. Yine ben sizleri kötülükten nehyederdim fakat onu kendim işlerdim, diye cevap verir.”21
10. Tirmizi, Deavat,128.
11. İslam Ü zerine Konuşmalar, s. 39.
12. İslam Ü zerine Konuşmalar, s. 59.
13. Bakara suresi, 67. ayet.
14. Araf suresi, 199. ayet.
15. Hud suresi, 46. ayet.
16. Hud suresi, 29. ayet; Ahkaf suresi, 23. ayet.
17. Kasas suresi, 55. ayet.
18. Furkan suresi, 63. ayet.
19. Enam suresi, 35. ayet.
20. Tirmizi, Kıyamet, 1.
21. Buhari, Bed’ül –Halk, 10.