Atatürk’ün Laiklik Anlayışı

“Laiklik, sadece din ve devlet işlerinin birbirinden ayrılması değildir. Tüm vatandaşların vicdan, ibadet ve din özgürlüğü de demektir.”

M. Kemal Atatürk (Atatürkçülük, C 1, S. 111.)

Atatürk’ün laiklik anlayışının gelişiminde Osmanlı Devletinin son zamanlarında yaşadığı sıkıntılar ve kurulacak yeni devletin içinde bulunduğu koşullar etkili olmuştur. Bir modernleşme projesi olarak benimsenen laiklik, Türkiye’de Avrupa’nın aksine kendine özgü bir gelişme seyri izlemiştir. Atatürk’e göre laikliğin iki yönü bulunmaktadır. Bir yönü devletin hukuk düzenini ilgilendirir ki bu bağlamda din ve devlet işlerinin birbirinden ayrı yürütülmesi esastır. Atatürk’ün laiklik anlayışı dine kesinlikle karşı değildir. Ona göre din bir vicdan işidir. (Atatürkçülük, C 1, s. 45.) O, laikliği devletin bireyi özgürleştirerek gerçek dindarlığın yaşanmasına ve gelişmesine zemin hazırlayan bir ilke olarak görür. Laikliğin, bireyin ferdi hayatına bakan bir yönü daha vardır. O da toplumun bütün bireyleri için din ve vicdan (inanç) özgürlüğüdür. Bu kapsamda Atatürk, “Vicdan hürriyeti mutlak ve taarruz edilemez, ferdin tabii haklarının en mühimlerinden tanınmalıdır.” (Atatürkçülük, C 1, s. 111.) diyerek toplumda yaşayan her inançtan insanın din, ibadet ve vicdan özgürlüğünün de teminat altına alınması gerektiğini dile getirmiştir.

Atatürk’ün laiklik anlayışının önemli bir özelliği, dinin aslından uzaklaştırılıp kötüye kullanılmasına karşı olmasıdır. Atatürk devlet yönetiminde laikliğin benimsenmesinin, bireyin hayatında din duygusu ile inanç ve ibadet alanının zedelenmeyeceği kanaatindedir. Ayrıca kutsal değerlerin siyasete konu olarak kullanılmaması gerektiğini savunur. Bundan dolayıdır ki o bir sözünde, “Laiklik prensibinde ısrar ediyoruz. Çünkü, insanlığa mal olmuş değerlerin belki de en mukaddesi olan din hürriyeti ancak laiklik prensibine bağlanmakla korunabilir.” (Atatürkçülük, C 2, s. 330.) demiştir.

Atatürk, toplumun dinî ihtiyaçlarının karşılanması ve doğru bir şekilde eğitilmesi için de bazı girişimlerde bulunmuştur. Büyük çoğunluğu Müslüman olan Türk toplumunda din eğitimi yapacak kimselerin iyi bir şekilde eğitilmelerini ve bu kimselerin toplumun millî ve manevi değerlerine uygun dinî bilgiler vermelerini istemiştir. O, bir sözünde, “Nasıl her hususta yüksek meslek ve ihtisas sahipleri yetiştirmek gerekli ise dinimizin gerçek felsefesini inceleyerek araştıracak, ilmî ve teknik olarak telkin kudretine sahip olacak, seçkin ve gerçek din ilim adamlarını yetiştirecek yüksek öğrenim kurumlarına sahip olmalıyız.” (Atatürkçülük, C 1, s. 529.) demiştir.

Atatürk, toplumun dini eğitimi için ilk girişimleri bizzat kendisi gerçekleştirmiş, ülkemizde Diyanet İşleri Başkanlığını kurdurmuştur. Bunun yanında Kur’an-ı Kerim’in geniş kitleler tarafından anlaşılması için Türkçe Kur’an tercümesi ve tefsirinin yapılmasını sağlamıştır.

Yorum yapın