Mekkeli müşrikler ne yaptılarsa İslam dininin yayılmasını engelleyememişlerdi. Yaptıkları akıl almaz baskı ve işkencelere rağmen Müslüman olanları dinlerinden, inançlarından vazgeçirememişlerdi. Üstelik Müslümanların Mekke’den hicret etmelerine de engel olamamışlardı. Bu, onlar için büyük sorunlara yol açabilecek tehlikeli bir gelişmeydi. Çünkü Medine, Mekkelilerin Şam ticaret yolu üzerindeydi. Buranın Müslümanların eline geçmesi, Mekkelilerin ticaret güvenliği için tehlikeydi. Ayrıca İslamiyetin Medine’de yayılması, Müslümanların güçlenmesi müşriklerin varlığı için büyük bir tehdit oluşturacaktı. Bütün bu nedenlerle Mekkeli müşrikler, İslam’ı ve Müslümanları yok etmeyi planlıyorlardı.
Mekkeli müşrikler, 624 yılında yaklaşık 1.000 kişilik bir ordu hazırlayıp Medine’ye doğru harekete geçtiler. Müslümanlar da 300 kadar kişiyle onları Bedir mevkiinde karşıladılar. Burada yapılan savaş Müslümanlar lehine sonuçlandı. Müşriklerden 70 kişi öldürüldü, 70 kişi de esir alındı. Müslümanlar ise 14 şehit verdiler. Bu savaş, Müslümanların kazandığı ilk büyük askerî başarı oldu. Ayrıca Bedir zaferi, Müslümanların siyasi bir güç olduğunu kanıtladı. Bu savaş, Müslümanların kendine daha çok güvenmelerini de sağladı.
Bedir’de yenilgiye uğrayan Mekkeli müşrikler, İslam’ı yok etme amaçlarından vazgeçmediler. Hem bu amaçlarını gerçekleştirmek hem de Bedir yenilgisinin intikamını almak için 625 yılında yaklaşık 3.000 kişilik bir orduyla Medine’ye doğru harekete geçtiler. Bunu haber alan Peygamber Efendimiz (s.a.v.), savaşta izlenecek yöntem hakkında ashabıyla görüş alışverişinde bulundu. Allah Resulü (s.a.v.) ve bazı sahabiler, şehirde kalıp savunma savaşı yapmaktan yanaydılar. Ancak özellikle Bedir Savaşı’na katılmayan gençlerin de aralarında olduğu çoğunluk, düşmanı dışarıda karşılayıp meydan savaşı yapılması fikrini savundu. Hz. Peygamber (s.a.v.) kendi fikrini değil, çoğunluğun görüşünü uyguladı.
Hz. Peygamber (s.a.v.), düşmanı şehir dışında karşılamak için yaklaşık 1.000 kişilik bir kuvvetle Uhud mevkiine geldi. Daha sonra münafıklar ayrılınca bu sayı 700’e kadar düştü. Resulullah (s.a.v.), Uhud Dağı’nın stratejik noktasında bulunan Ayneyn geçidine 50 kişilik okçu birliği yerleştirdi. Onlara, ne olursa olsun kendisinin talimatı olmadan kesinlikle yerlerinden ayrılmamalarını sıkı sıkıya tembihledi. Savaş, önce Müslümanların lehine devam etti. Müslümanlar, nasıl olsa savaşı kazandık, düşüncesine kapıldılar. Bu düşünce içerisinde olan Ayneyn geçidindeki okçuların da tamamına yakın bir kısmı yerlerini terk etti. Bunu gören Halid b. Velid komutasında bir grup müşrik askeri, Müslümanlara arkadan saldırdı. İslam ordusu panik içinde dağılmaya başladı.
Bu esnada Sevgili Peygamberimiz (s.a.v.) de yaralandı. Efendimiz’in (s.a.v.) mübarek dişi kırıldı, yüzü kanlar içinde kaldı. Savaşı kazandığını düşünen Mekkeli müşrikler savaş meydanından ayrıldılar. Ancak daha sonra tekrar toparlanan Müslümanlar, Mekkelilerin peşinden gittilerse de müşrikler tekrar savaşmaya cesaret edemediler. Uhud Savaşı’nda, aralarında Peygamber Efendimiz’in (s.a.v.) amcası Hz. Hamza’nın (r.a.) da bulunduğu 70 kadar Müslüman şehit oldu.
Uhud Savaşı’nda Dikkatimizi Çeken Bazı Durumlar
Peygamberimiz’in (s.a.v.) ashabıyla görüş alışverişinde bulunması
Sahabilerin bazılarının, Peygamberimiz’in (s.a.v.) görüşünün tersine düşüncede ısrar etmesi
Peygamberimiz’in (s.a.v.) sıkı tembihine rağmen okçuların yerini terk etmesi
Uhud Savaşı’ndan da cesaret alan Mekkeli müşrikler, güçlü bir orduyla Müslümanları yok edebileceklerini düşündüler. Medine’ye kuvvetli bir orduyla saldırırlarsa hem İslam’ı yok edebilecek hem de Medine ticaret yolunu kendileri için güvenli hâle getirebileceklerdi. Medine’de bulunan Yahudiler de onları bu yönde kışkırttılar. Bu amaçlarla 627 yılında harekete geçen Mekkeli müşrikler; Hayber Yahudileri ile Gatafan, Süleymoğulları, Esedoğulları gibi başka kabilelerin de desteğini alarak yaklaşık 10.000 kişilik bir orduyla Medine’ye hareket ettiler. Bu haberi alan Sevgili Peygamberimiz (s.a.v.), ne yapılması gerektiğini ashabıyla istişare etti. Selman-ı Fârisî (r.a.) adlı sahabinin teklifi üzerine şehrin saldırıya açık bölümlerine hendek kazılması, böylece savunma savaşı yapılması kararlaştırıldı. Karar gereği şehrin saldırıya açık bölgelerine geniş ve derin hendekler kazıldı. Mekkeli müşrikler Medine’ye gelip de hendekleri görünce çok şaşırdılar. Çünkü daha önce buna benzer bir savunma yöntemiyle hiç karşılaşmamışlardı. Müşrik ordusunun kuşatması bir aya yakın sürdü. Müşrikler hendeği geçemediler. Bu durum onları ümitsizlik ve bıkkınlığa sevk etti. Ayrıca erzakları azalmış, hava da iyice soğumuştu. Bütün bunların üstüne bir de şiddetli bir kum fırtınası çıktı. Bu şartlar altında kuşatmadan sonuç alamayacaklarını düşünen müşrikler, Mekke’ye dönmek zorunda kaldılar. Hendek Savaşı Mekkeli müşriklerin Medine’ye son saldırıları oldu. Müşrikler bir daha Müslümanlara saldırmaya cesaret edemediler.
Sevgili Peygamberimiz Hz. Muhammed (s.a.v.), Kâbe’yi ziyaret edip umre yapmak için 628 yılında 1500’e yakın sahabi ile Mekke’ye doğru yola çıktı. Müslümanlar, savaşmak niyetiyle yola çıkmadıkları belli olsun diye de ihramlarını giyip kurbanlıklarını yanlarına aldılar, savaş silahlarını ise götürmediler. Ancak Mekkeliler, onların şehre girmesine izin vermediler. Hudeybiye mevkiinde yapılan görüşmeler sonucunda Mekkeli Müşriklerle Müslümanlar arasında Hudeybiye Barış Antlaşması imzalandı.
Hudeybiye Barış Antlaşması’na göre Müslümanlarla Mekkeli müşrikler arasında on yıl barış olacak, bu sürede iki taraf birbiriyle savaşmayacaktı. Müslümanlar bu yıl Mekke’ye girmeyecek, gelecek yıl üç gün boyunca şehirde kalıp Kâbe’yi ziyaret edebileceklerdi. Mekkeli bir kişi Müslüman olur da Medine’ye sığınırsa Mekkelilere teslim edilecek, Medineli bir kişi Mekkelilere sığınırsa iade edilmeyecekti. Mekkeli müşrikler ve Müslümanlar istediği kabile ile ittifak yapabilecekti.
Hudeybiye’de yapılan antlaşma, görünüşte Müslümanların aleyhine bazı hükümler içeriyordu. Ancak Hz. Peygamber (s.a.v.), barışa çok önem verdiği ve ileriye dönük yararları olacağını bildiği için bu antlaşmayı imzalamıştır. Hudeybiye Barış Antlaşması ile Mekkeliler, Müslümanların siyasi varlığını kabul etmiş oldular. Barış döneminin başlamasıyla İslamiyet daha geniş kitlelere, kabilelere ulaştırıldı ve Müslüman olanların sayısı hızla arttı. Hudeybiye Barış Antlaşması, üzerinden iki yıl geçmeden bozuldu. Mekkelilerin himayesindeki bir kabile, Müslümanların himayesinde olan bir kabileden bazı kişileri öldürüp kan bedelini ödemeyi reddetti. Peygamberimiz (s.a.v.) Mekkeli müşriklere, bu tavrın Hudeybiye’de yapılan antlaşmayı bozacağı ve savaş nedeni sayılacağı uyarısını yaptı. Ancak Mekkeli müşrikler, gerekirse savaş yapacaklarını söyleyip antlaşmayı bozdular. Bunun üzerine Hz. Peygamber (s.a.v.), 630 yılında yaklaşık 10.000 kişilik bir kuvvetle Mekke’ye yürüdü. Müslümanlar, ciddi bir direnişle karşılaşmadan şehre girdiler. Peygamber Efendimiz (s.a.v.), Mekke’ye girince Allah’a (c.c.) ibadet maksadıyla inşa edilen ilk ibadethane olan Kâbe’deki putları kırdırdı. Böylece Mekke, eski dönemlerde olduğu gibi yeniden tevhit inancının merkezi hâline geldi.
Mekke’nin Müslümanların eline geçmesiyle şehir halkı endişeye kapıldı. İnsanlar, korku ve endişe içinde Hz. Peygamber’in (s.a.v.) kendileri için vereceği kararı beklemeye başladılar. Allah Resulü (s.a.v.) Kâbe’nin çevresinde kendisini bekleyen halka sordu: “Ey Kureyş topluluğu! Size ne yapacağımı sanıyorsunuz?” Kureyşliler hep bir ağızdan, “İyilik yaparsın. Sen saygıdeğer bir kardeşsin. Saygın bir kardeş oğlusun.” dediler. Bunun üzerine rahmet peygamberi Hz. Muhammed (s.a.v.) onlara şunu söyledi: “Gidiniz. Sizler artık serbestsiniz.” İbn-i Kesir, es-Sîretü’n-Nebeviyye, s. 542.