Hz. Muhammed (s.a.v.), 8 Haziran 632 tarihinde, altmış üç yaşında vefat etmişti. Onun vefatından sonra Hz. Ebu Bekir (r.a.) halife seçildi. Hz. Ebu Bekir (r.a.) zamanında yapılan savaşlarda Kur’an-ı Kerim’i ezbere bilen sahabilerden birçoğu şehit oldu. Bu durum, başta Hz. Ömer (r.a.) olmak üzere bazı sahabileri, Kur’an’ın asli şeklinin korunması konusunda endişelendirdi. Söz konusu sahabiler, bu endişelerini Hz. Ebu Bekir’e (r.a.) ilettiler ve ona, Kur’an-ı Kerim’in ayetlerinin bir araya getirilmesini, kutsal kitabımızın iki kapak arasına alınıp kitap hâline getirilmesini teklif ettiler. Hz. Ebu Bekir (r.a.) önce “Hz. Peygamber’in (s.a.v.) yapmadığı bir şeyi ben nasıl yaparım?” diyerek bu teklife karşı çıktı. Ancak daha sonra kendisi de ikna oldu ve bu doğrultuda bir çalışma başlattı.
Halife Ebu Bekir (r.a.), Kur’an’ı ezbere bilenlerden ve vahiy kâtiplerinden bir komisyon oluşturdu. Bu komisyonun başına da Hz. Peygamber’in (s.a.v.) en yakın sahabilerinden ve vahiy kâtiplerinden biri olan Zeyd bin Sabit’i (r.a.) getirdi. Oluşturulan ekip, değişik malzemelere yazılmış ve dağınık hâlde bulunan Kur’an ayetlerini toplayıp kitap hâline getirmek için titiz bir çalışma gerçekleştirdi. Ayet ve sureleri tek tek inceledi, kontrol etti. Peygamberimizin (s.a.v.) öğrettiği şekilde sıraya koydu ve Kur’an’ı kitap hâline getirdi. Bu komisyon, yaptığı çalışmalarda Hz. Ali’ye (r.a.) ait olan bir Kur’an nüshasından da önemli ölçüde faydalanmıştır. Çünkü Hz. Ali (r.a.) vahiy kâtibiydi ve Kur’an-ı Kerim’i ezbere biliyordu. Ayrıca kendisine ait özel bir Kur’an nüshasına sahipti. Onun bu nüshası, ayetlerin indiriliş sırasına göre düzenlenmişti.
Hz. Peygamber’e (s.a.v.) gelmiş olan vahiylerin tümünün iki kapak arasında toplanmış hâline Mushaf denir.
Hz. Ebu Bekir’den (r.a.) sonra Hz. Ömer (r.a.), ondan sonra da Hz. Osman (r.a.) halife olmuştur. Hz. Osman (r.a.) zamanında İslamiyet geniş bir coğrafyada yayılmış ve çok farklı milletlerden insanlar Müslümanlığı kabul etmişti. Ancak farklı bölgelerdeki Müslümanların elinde Kur’an yoktu. Geniş bir coğrafyayı içine alan İslam dünyasında sadece Hz. Ebu Bekir (r.a.) zamanında kitap hâline getirilen Mushaf vardı ve o da Medine’deydi. Oysa diğer bölgelerde yaşayan Müslümanlar da Kur’an’ı okumak, öğrenmek istiyorlardı. Bunun yanı sıra çeşitli bölgelerdeki lehçe farklılıkları sebebiyle Kur’an ayetleri farklı telaffuz biçimleriyle okunmaya başlamıştı. Bütün bunlar, Kur’an-ı Kerim’in çoğaltılması ihtiyacını doğurmuştur. Bu ihtiyacı göz önünde bulunduran Hz. Osman (r.a.), sahabilerin ileri gelenlerine de danışarak yine Zeyd bin Sabit (r.a.) başkanlığında bir çalışma grubu oluşturmuştur. Bu grup, Hz. Ebu Bekir (r.a.) zamanında kitap hâline getirilen Mushaf’ı titiz bir çalışma sonucunda çoğaltmıştır. Çoğaltılan Kur’an nüshaları; Mekke, Basra, Kufe, Bahreyn ve Yemen gibi belli başlı merkezlere gönderilmiştir.
Kutsal kitabımız Kur’an-ı Kerim, indirildiği şekliyle günümüze kadar ulaşan tek ilahi kitaptır. Bunun en önemli sebebi, onun hem yazılarak hem de ezberlenerek asırlar boyunca korunmuş olmasıdır. Böylece kutsal kitabımız günümüze kadar hiçbir değişikliğe uğramadan, ilk indirildiği şekliyle gelmiştir. Bugün dünyanın her tarafında okunan milyonlarca Kur’an’ın hepsi de aynıdır. Yüce Allah da Kur’an’ın ilahi koruma altında olduğunu ve asla değiştirilemeyeceğini şöyle belirtmiştir: “Kur’an’ı kesinlikle biz indirdik; elbette onu yine biz koruyacağız.” (Hicr suresi, 9. ayet.)