Kader ve Kaza Ne Demektir? Kazaya ve Kadere İman Nedir?

Evrende yüzyıllardır devam eden mükemmel bir işleyiş, varlıklar arasında da eşsiz bir uyum vardır. Kâinatta her şey belirli bir düzen içinde ve yasalara göre meydana gelmektedir. Güneşin her gün düzenli olarak doğması ve batması, mevsimlerin birbiri ardınca gelmesi, gece ile gündüzün hiç şaşmaksızın birbirini takip etmesi, gezegenlerin kendi yörüngelerinden ayrılmadan ve birbirine çarpmadan hareketlerini sürdürmesi evrendeki düzenli işleyişin örneklerinden bazılarıdır. Canlıların doğması, büyümesi, ömrünü tamamlaması; ağaçların meyve vermesi, ilkbaharda tabiatın canlanması, sonbaharda ise ağaçların yapraklarının sararıp dökülmesi gibi olaylar da belirli yasalar çerçevesinde gerçekleşmektedir. Evrendeki her şey varlığını Yüce Allah’ın sonsuz ilmi, iradesi, kudreti sayesinde ve onun koyduğu yasalara yani kadere uygun olarak sürdürmektedir.

Kader; Yüce Allah’ın olmuş ve olacak her şeyin yerini, zamanını ve özelliklerini önceden bilip takdir ve tayin etmesi demektir. Kaza ise Allah’ın önceden takdir ettiği olayların, zamanı gelince onun ilmine ve takdirine uygun olarak gerçekleşmesidir.

Kaza ve kadere iman, İslam dininin temel inanç esaslarından biridir. Bu nedenle her Müslüman, kaza ve kadere inanır. Kaza ve kadere inanmak Yüce Allah’ın sonsuz ilim, irade ve kudret sahibi olduğuna inanmanın bir gereğidir.

İnsan İradesi ve Kader

Kader hem insanı hem de insan dışındaki canlı ve cansız tüm varlıkları ilgilendiren bir kavramdır. Ancak insanın kader karşısındaki durumu, diğer varlıklardan farklıdır. Çünkü o, diğer varlıklardan farklı özelliklere sahiptir; akıl ve irade sahibidir. Bu nedenle de yaptıklarından sorumludur. Akıl, insanı diğer varlıklardan ayıran en önemli özelliktir. İnsan, aklı sayesinde düşünür, merak eder, araştırır, bilgi edinir, olaylar arasında sebep-sonuç ilişkileri kurar, değerlendirmeler yapar. Evren ve varlıklar üzerinde düşünerek, olayları gözlemleyerek Yüce Allah’ın varlığını, birliğini kavrar ve ona iman eder. İnsan neyin iyi, neyin kötü olduğunu da aklıyla bilir.

İrade, dilemek, farklı seçenekler arasında tercih yapabilmek demektir. İnsan, akıllı olmasının yanı sıra aynı zamanda irade sahibidir. O; aklıyla iyiyi, kötüyü, faydalıyı, zararlıyı birbirinden ayırt eder. İsterse iyi ve güzel olana, dilerse kötülüklere yönelir. Bundan dolayı da insan, yaptıklarından sorumlu tutulmuştur.

Kur’an-ı Kerim’de, insanın özgür irade sahibi ve yaptıklarından sorumlu bir varlık olduğu belirtilir. Örneğin bir ayette, “Şüphesiz biz ona (doğru) yolu gösterdik. İster şükredici olsun ister nankör.”(İnsan suresi, 3. ayet.) buyrulur. Başka bir ayette de “… Yaptıklarınızdan mutlaka sorumlu tutulacaksınız.”(Nahl suresi, 93. ayet.) ifadesi yer alır.

İnsan, bir iş yapmak istediği zaman önce o işe yönelmeli ve gerekenleri yapmalı, sonra da Allah’a sığınıp ondan yardım dilemelidir. Şunu unutmamalıdır ki Allah’ın dilemesi olmadan, insanın isteklerinin gerçekleşmesi mümkün değildir. Kur’an’da bu konuyla ilgili şöyle buyrulur: “Sizler ancak Rabb’inizin dilemesi (izin vermesi) sayesinde (bir şeyi) dileyebilirsiniz…” (İnsan suresi, 30. ayet.) İnsan, akıllı ve irade sahibi olması nedeniyle yaptıklarından sorumludur. Ancak onun sorumluluğu, iradesi dâhilinde gerçekleşen durumlar için söz konusudur. Bu durum Kur’an’da, “Allah her şahsı ancak gücünün yettiği ölçüde mükellef kılar…”(Bakara suresi, 286. ayet.) buyrularak ifade edilir.

Kaderle İlişkilendirilen Bazı Kavramlar

İslam toplumlarında insanlar, başlarına gelen olumlu ya da olumsuz bazı durumları kadere bağlamışlardır. Bunun sonucunda da Müslümanlar birçok kavramı kaderle ilişkilendirmişlerdir. Bu kavramların ne anlama geldiğini bilmek ve kaderle ilişkilerini doğru bir şekilde kurmak birtakım yanlış anlayışların önüne geçmek açısından büyük önem taşımaktadır.

Ecel ve Ömür

Her canlı dünyaya gelir, belirli bir süre yaşar ve sonra da hayata veda eder. Çünkü Rabb’imiz, her canlıya belirli bir yaşam süresi takdir ve tayin etmiştir. Allah’ın canlılar için belirlediği yaşama süresine ömür, ömrün bittiği, hayatın sona erdiği zamana ise ecel denir. Ölümlü bir varlık olmak, canlılar için kaçınılması mümkün olmayan bir kaderdir. Bu nedenle hiçbir canlının sonsuza kadar yaşaması mümkün değildir. Kur’an-ı Kerim’de bu konuyla ilgili bir ayette, “Yeryüzünde bulunan her canlı yok olacak. Ancak azamet ve ikram sahibi Rabb’inin zatı baki kalacak.”(Rahmân suresi, 26-27. ayetler.) buyrulur. Başka bir ayette de “Her canlı ölümü tadacaktır…”(Âl-i İmrân suresi, 185. ayet.) ifadesi yer alır.

İslam inancına göre insanın dünyaya ne zaman geleceği, ne kadar yaşayacağı ve ne zaman öleceği Allah’ın takdir ve tayini ile olmaktadır. Allah’ın takdir ettiği ömür sona erince her canlı ölecektir. Eceli geciktirmek mümkün değildir. Bu durum Kur’an’da, “Allah, eceli geldiğinde hiç kimseyi (ölümünü) ertelemez. Allah yaptıklarınızdan haberdardır.”(Münâfikûn suresi, 11. ayet.) buyrularak belirtilir. Ancak bütün bunlar, insanın sorumlu bir varlık olduğu gerçeğini değiştirmez. İnsan bunun bilincinde olmalıdır. Hiç kimsenin canına kıymamalı, başkalarının hayatını tehlikeye atacak davranışlardan kaçınmalıdır. Ayrıca kendi hayatını tehlikeye atmama konusunda da duyarlı olmalıdır.

Hayır ve Şer

Hayır ve şer, Müslüman topluluklarda kaderle ilişkilendirilen iki önemli kavramdır. İslam kültüründe bireye ve topluma faydalı her şey hayır olarak nitelendirilir. Şer ise kişiye ya da topluma zarar veren kötü durumlar ve davranışlar olarak tanımlanır. Yüce Allah insanın iyiliğini istemiş, onun mutlu ve huzurlu yaşamasını arzu etmiştir. Bunun için de gönderdiği peygamberler, ilahî kitaplar aracılığıyla insana hayrı ve şerri bildirmiş, ondan hayırlı işlere yönelmesini, şer olarak nitelendirilebilecek davranışlardan da uzak durmasını istemiştir. Bununla ilgili bir ayette, “Biz ona (insana) iki göz, bir dil, iki dudak vermedik mi; iki apaçık yolu (hayır ve şer yollarını) göstermedik mi?”(Beled suresi, 8-10. ayetler.) buyurmuştur.

İslam dinine göre her şeyin olduğu gibi hayrın da şerrin de yaratıcısı Allah’tır. İnsanın işlediği iyilikler ve kötülükler onun yaratmasıyla meydana gelir. Ancak insan akıl ve irade sahibidir. Aklıyla iyiyi ve kötüyü bilir, cüzi iradesiyle bunlardan dilediğini tercih eder. Allah da insanın tercihine göre hayrı ve şerri yaratır. İnsanın fiilleri kendi tercihinin bir sonucudur, dolayısıyla da o, yaptıklarından sorumludur. Kur’an’da, “Kim zerre miktarı hayır yapmışsa onu görür, kim de zerre miktarı şer işlemişse onu görür.”(Zilzâl suresi, 7-8. ayetler.) buyrulur. Böylece insanın, işlediği hayrın da şerrin de karşılığını göreceği belirtilir.

Afet

Ülkemizde ve dünyanın diğer bölgelerinde zaman zaman doğal afetler meydana gelmektedir. Bu afetler bazen çok sayıda insanın ölümüne ve büyük maddi yıkımlara, kayıplara yol açmaktadır. İnsanlar üstesinden gelmekte zorlandıkları deprem, sel, heyelan, kasırga gibi afetlerde yaşanan can ve mal kayıplarında sorumluluğu genelde kadere yüklemektedirler. Bu nedenle Müslüman toplumlarda afetler kaderle ilişkilendirilmektedir. Örneğin bir deprem olup da bunun sonucunda can ve mal kaybı meydana geldiğinde insanlar genellikle “Ne yapalım, Allah’ın takdiri böyleymiş, kadere engel olunmaz.” demektedirler. Böylece sorumluluktan kaçma yoluna gitmektedirler. Oysa bu düşünce yanlıştır ve İslam’daki kader inancıyla bağdaşmamaktadır.

Evrende her şey sebep-sonuç ilişkisi içinde ve Allah’ın belirlediği yasalar çerçevesinde meydana gelmektedir. Bu nedenle insanlar, evrenin yasalarını her zaman dikkate almalıdırlar. Örneğin fay hattının olduğu bölgelere yerleşim yerleri kurmamalı, binaları sağlam ve dayanıklı yapmalıdırlar. Erozyonu önlemek için ağaçlandırmaya önem vermelidirler. Doğadaki dengeyi bozacak davranışlardan kaçınmalıdırlar. Aksi hâlde doğal afetlerin yaşanmasının kaçınılmaz olacağını, bunun sonucunda da kendilerinin zarar göreceklerini bilmelidirler. Yüce Allah da insanı bu konuda uyarmakta ve şöyle buyurmaktadır: “Başınıza gelen herhangi bir musibet kendi ellerinizle işledikleriniz yüzündendir…”(Şûrâ suresi, 30. ayet.)

Sağlık ve Hastalık

Her insan sağlıklı olmak, sağlıklı bir yaşam sürdürmek ister. Hastalık, hiç kimsenin istemediği bir durumdur. Zira sağlığı yerinde olmayan bir kişi yediğinden, içtiğinden zevk alamaz, sıkıntı ve zorluk yaşar. Bu da onu mutsuz ve huzursuz eder. Ancak sağlıklı olmak, sağlıklı yaşamak emek, özveri ve dikkat ister. Bu nedenle sağlığını korumak isteyen kişi öncelikle beslenmesine dikkat etmeli, temizlik kurallarına uymalı, zararlı alışkanlıklardan kaçınmalıdır. Hastalıklardan korunmak için tedbir almalıdır.

Müslüman toplumlarda sağlık ve hastalık genellikle kaderle ilişkilendirilmektedir. Bazı insanlar gerekli önlemleri almadıkları için hastalanmakta, sonra da “Ne yapalım, Allah böyle takdir etmiş.” demektedirler. Birtakım kişiler ise hastalanınca tedavi olma konusunda gerekli hassasiyeti göstermemektedir. “Hastalığı da şifayı da veren Allah’tır. O bana şifa verir.” diyerek tedavi olmamaktadırlar. Bu gibi düşünceler İslam dininin kader anlayışıyla bağdaşmamaktadır ve yanlıştır.

İslam dini, sağlığı insana verilmiş en büyük nimetlerden biri kabul eder. İnsandan sağlığını korumak için gerekli tedbirleri almasını ister. Dinimiz temizliğe özen göstermemizi; içki, sigara, uyuşturucu gibi sağlığa zarar veren alışkanlıklardan uzak durmamızı emreder. Örneğin Kur’an’da, “Ey iman edenler! Şarap, kumar, dikili taşlar (putlar), fal ve şans okları birer şeytan işi pisliktir, bunlardan uzak durun ki kurtuluşa eresiniz.”(Mâide suresi, 90. ayet.) buyrularak alkollü içkiler açıkça yasaklanır. Hz. Peygamber (s.a.v.)* de hadislerinde sağlığın önemini belirtir ve hastalıklardan korunmak için tedbir alınmasını ister. Örneğin bir hadisinde, “Bir yerde salgın hastalık olduğunu duyarsanız oraya girmeyin…”(Buhârî, Tıp, 30.) buyurur. Başka bir hadisinde de “…Ey Allah’ın kulları tedavi olunuz. Muhakkak Allah her hastalığın şifasını yaratmıştır…”(Ebu Davud, Tıp, 1.) buyurarak bizleri tedavi olmaya yönlendirir.

Rızık

İslam kültüründe kaderle ilişkilendirilen kavramlardan biri de rızıktır. Rızık, Yüce Allah’ın canlılara faydalanmaları için verdiği yiyecek ve içeceklere denir. İslam inancına göre insanlara da diğer canlılara da rızık veren Allah’tır. Bu durum bir ayette, “Yeryüzünde yaşayan her canlının rızkı yalnızca Allah’ın üzerinedir…”(Hûd suresi, 6. ayet.) ifadesiyle belirtilir. Başka bir ayette ise “Nice canlılar vardır ki rızıklarını yanlarında taşımazlar…”(Ankebût suresi, 60. ayet.) buyrularak aynı hususa dikkat çekilir. Bazı insanlar “Nasıl olsa Allah herkese rızkını verir.”, “Rızkım, nasibim beni bulur, bana ulaşır.” gibi sözler söyleyerek çalışmamakta, tembellik etmektedirler. Bu tür anlayışlar İslam dinine göre yanlıştır. Allah, her şeyi olduğu gibi rızık elde etmeyi de sebeplere bağlamıştır. Bu nedenle insan rızkını aramalı, çalışıp emek harcayarak geçimini sağlamalıdır. Tembellik etmemeli, başkalarının sırtından geçinmemelidir. Dinimiz de bizlerden böyle yapmamızı ister. Yüce Allah bir ayette, “Boş kaldın mı hemen (başka) işe koyul.”(İnşirâh suresi, 7. ayet.) buyurarak bizleri çalışmaya yönlendirir. Hz. Peygamber de bir hadisinde, “Çalışın, herkes kendisi için yaratılmış olan şeye erecektir…”(Müslim, Kader, 6.) buyurarak rızkı elde etmek için çalışmanın gereğine dikkat çeker.

Başarı ve Başarısızlık

Hayatta her insan kendine bazı amaçlar belirlemekte ve o doğrultuda çalışıp çaba harcamaktadır. Hedeflerine ulaşan insanlar kendilerini başarılı saymakta ve mutlu olmaktadırlar. Çünkü başarı kişiye onur, gurur, haz ve mutluluk verir. Başarısızlık ise onun üzülmesine, mutsuz olmasına yol açar. İnsanda işe yaramazlık, kendisini ispatlayamamak gibi olumsuz duyguların ortaya çıkmasına neden olur. Bu nedenle herkes başarılı olmayı ister ve bunu başarmak için çalışır.

İnsanlar genellikle başarıyı kendilerine mal etmekte, başarısızlığın sebeplerini ise dış etkenlere bağlamaktadırlar. Kader bu etkenlerden biridir. Bazı insanlar çalışmayıp tembellik etmekte, başarısız olunca da “Ne yapalım, kader böyleymiş, Allah’ın takdiri bu şekildeymiş.” diyerek sorumluluktan kaçmaktadırlar. Bu düşünce, İslam’ın kader anlayışıyla bağdaşmamaktadır. İslam dini insanlara çalışmalarını, amaçlarına ulaşmak için gerekenleri yapmalarını emreder. Tembellik etmeyi, başkalarına yük olmayı hoş görmez. Kur’an-ı Kerim’de Yüce Allah, “Bilsin ki insan için kendi çalışmasından başka bir şey yoktur.”(Necm suresi, 39. ayet.) buyurur. Böylece insanın, çalışmalarının karşılığını göreceğini belirtir. Başka bir ayette de “Başınıza gelen herhangi bir musibet, kendi ellerinizle işledikleriniz yüzündendir…”(Şûrâ suresi, 30. ayet.) ifadesiyle karşılaştığımız olumsuzlukların sebeplerinin kendi davranışlarımız olduğu açıklanır. Öyleyse insan başarılı olmak için üzerine düşenleri yapmalıdır. Planlı ve çok çalışmalıdır.

Tevekkül

Tevekkül, İslam kültüründe önem verilen ve kaderle ilişkilendirilen kavramlardan biridir. Bu kavram, bir amaca ulaşmak için gerekli tüm tedbirleri aldıktan sonra Allah’a güvenip dayanmak, sonucu ondan beklemek anlamına gelir. İslam dininde tevekküle önem verilir ve Müslümanlar tevekkül sahibi insanlar olmaya yönlendirilir. Kur’an-ı Kerim’de bu konuyla ilgili bir ayette şöyle buyrulur: “…Kararını verdiğin zaman da artık Allah’a dayanıp güven. Çünkü Allah, kendisine dayanıp güvenenleri sever.”(Âl-i İmrân suresi, 159. ayet.) Başka bir ayette ise tevekkülün, müminlerin özelliklerinden biri olduğu şöyle belirtilir: “Müminler ancak o kimselerdir ki Allah anıldığı zaman kalpleri ürperir. Onun ayetleri kendilerine okunduğu zaman (bu) onların imanlarını artırır. Onlar sadece Rablerine tevekkül ederler.”(Enfâl suresi, 2. ayet.)

İslam inancına göre kâinatta her şey Allah’ın ilmi, iradesi ve kudreti çerçevesinde meydana gelir. Allah dilemedikçe bir şeyin gerçekleşmesi mümkün değildir. Bu nedenle bir Müslüman amacına ulaşmak için çalışmalı, üzerine düşen sorumlulukları yerine getirmeli, sonra da Allah’a tevekkül etmelidir. İstediği şeyin olması için Allah’a dua etmeli, ondan yardım dilemelidir. Kendi sorumluluklarını yerine getirmeden, “Ben Allah’a güveniyorum, ona tevekkül ettim. Allah bana yardım eder.” şeklinde düşünmemelidir. Çünkü böylesi bir yaklaşım, İslam’ın tevekkül anlayışı ile bağdaşmaz.

Hz. Muhammed (s.a.v.), kendisinin yanına gelen bir sahabeye, devesini ne yaptığını sordu. Sahabe, dışarıya boş bir araziye bırakıp Allah’a tevekkül ettiğini söyledi. Hz. Peygamber o kişiyi şöyle uyardı: “Önce deveni bağlayıp sonra tevekkül etseydin ya!” Bu olay, doğru tevekkülün nasıl olması gerektiğini açıkça ortaya koymaktadır.

Yorum yapın