Temel haklar ve özgürlükler arasında önemli bir yeri olan inanç özgürlüğü serbestçe inanma, inandığını uygulama, öğrenme-öğretme ve yayma serbestliğini içerir. Dinin özünde içten ve gönüllü bir şekilde yönelme, kabullenme, itaat ve teslimiyet söz konusudur. Bu sebeple din seçiminde kişilerin özgür olması gerekir. Zor kullanarak bir dini benimsetmeye çalışmak, farklı seçenekleri ortadan kaldırdığı ve insanın seçme özgürlüğünü elinden aldığı için dünya hayatını imtihan alanı olmaktan çıkarır. İslam’a göre inanç konusunda insanlar akıl, irade ve tercih sahibi varlıklar olarak değerlendirilir. Bu nitelikler insanların sorumlu tutulmasının da sebebidir. Bundan dolayı insanlar inançla ilgili tercihlerinde özgür iradeleriyle karar vermelidir.
“Eğer Rabbin dileseydi, yeryüzünde bulunanların hepsi elbette topyekûn iman ederlerdi. Böyle iken sen mi mü’min olsunlar diye insanları zorlayacaksın?” (Yûnus Suresi, 99. ayet.)
Kur’an-ı Kerim’de “Dinde zorlama yoktur. Artık doğrulukla eğrilik birbirinden ayrılmıştır…” (Bakara suresi, 256. ayet.) ayetinde belirtildiği üzere insan, din seçiminde serbest bırakılmıştır. Çünkü din seçiminde önemli olan, kişinin özgür iradesiyle ve gönüllü bir şekilde din tercihini yapmasıdır. Dinin haklar ve özgürlükler konusundaki yaklaşımı ve özellikle “Dinde zorlama yoktur.” ifadesinin dinin genel bağlamından koparılarak sanki dinde hiçbir kural yokmuş gibi anlaşılması da doğru değildir. Çünkü hür iradesiyle karar veren ve tercihte bulunan kişilerin dinî sorumluluklarını yerine getirmesini beklemek, zorlama olarak kabul edilemez. Söz veren bir insandan sözünü yerine getirmesini beklemek, borçludan borcunu ödemesini istemek tabii bir şeydir. Din, emirleri ve yasaklarıyla bir bütündür. Dindar insan da dinin emirlerini yerine getirmek ve yasaklarından kaçınmakla mükelleftir.
Akıl ve irade sahibi bir insana herhangi bir inancı zorla kabul ettirmeye çalışmak doğru olmayacağı gibi dinin beklediği gönülden kabullenme anlayışına da uymaz. Herhangi bir inancı kabule zorlanan insan dışarıdan bakıldığında o dine inanmış görünse de içten inanmayacaktır. Bu durum İslam dini açısından insanları içi-dışı farklı olan münafıklığa götürür. Bundan dolayı dini zorla kabul ettirmeye çalışmak doğru bir yaklaşım değildir.
Kur’an-ı Kerim’de “Hak Rabbinizdendir. Öyleyse dileyen iman etsin, dileyen inkâr etsin…”15 buyurularak insanların din tercihi konusunda kendi seçimleriyle baş başa bırakılmaları gerektiğine işaret edilmektedir. Yine bir başka ayette ise “De ki: Ey insanlar! Size Rabbinizden Hak (Kur’an) gelmiştir. Artık kim doğru yola gelirse ancak kendisi için gelecektir. Kim de saparsa o da ancak kendi aleyhine sapacaktır. Ben sizin üzerinize vekil değilim. (Sadece tebliğ etmekle memurum).” 16 buyurularak peygamberin tebliğ görevini yapmasından sonra asıl sorumluluğun insanda olduğu ve insanın doğruluk yolunu seçmesinin kendisine fayda vereceği, sapmasının ise kendisine zarar vereceği belirtilmektedir.
Peygamberimiz (s.a.v.) de İslam’ı insanlara anlatırken hiçbir zorlamada bulunmamıştır. Kur’an-ı Kerim’de “Artık sen öğüt ver! Sen ancak bir öğüt vericisin. Sen, onlar üzerinde bir zorba değilsin.”17 buyrulmuştur.
Din, inanç ve vicdan özgürlüğü ülkemizde yasalarla güvence altına alınmıştır. Anayasanın 24. maddesinde bu şöyle dile getirilir: “Herkes vicdan, dinî inanç ve kanaat hürriyetine sahiptir… İbadet, dinî âyin ve törenler serbesttir. Kimse ibadete, dinî ayin ve törenlere katılmaya, dinî inanç ve kanaatlerini açıklamaya zorlanamaz; dinî inanç ve kanaatlerinden dolayı kınanamaz ve suçlanamaz.”
Mustafa Kemal Atatürk’ün şu sözleri din, inanç ve vicdan özgürlüğüne işaret etmektedir: “Her fert istediğini düşünmek, istediğine inanmak, kendine mahsus siyasi bir fikre sahip olmak, seçtiği bir dinin icaplarını yapmak veya yapmamak hak ve hürriyetine sahiptir. Kimsenin fikrine ve vicdanına hâkim olunamaz.”18
15 Kehf suresi, 29. ayet.
16 Yûnus suresi, 108. ayet.
17 Ğâşiye suresi, 21-22. ayetler.
18 Ş. Arif Terzioğlu, Yazılmayan Yönleriyle Atatürk, s. 4.