İman, İslamın inanç esaslarını kabul etmekle gerçekleşir. Bir kimse her şeyden önce mü’min olabilmek için imanın şartlarını benimsemek durumundadır. Bu anlamda inanılacak şeylerin tamamına ayrıntıya girmeksizin inanmaya icmali iman denir. İcmali iman, kısaca imanın şartlarını kabul etmek demektir.
Bunun en özlü biçimi kelime-i tevhit ve kelime-i şehadette belirtilen Allah’ın varlığına ve birliğine inanmak, Hz. Muhammed’in (s.a.v.) Allah’ın (c.c.) kulu ve resulü olduğuna şahitlik etmektir. İman edilmesi gereken şeylerin her birine ayrıntılarıyla inanmaya da tafsili iman denir. Tafsili imanda öncelikle amentü esasları olarak bildiğimiz ve imanın şartları olarak kabul ettiğimiz altı iman esasına iman etmek; daha sonra da Hz. Peygamber’in (s.a.v.) getirdiği dine ait tüm inanç, ibadet, ahlak ve hukuk esaslarını gönülden kabul etmek gerekir.
İmanın mahiyeti konusunda İslam alimleri ve mezhepler arasında farklı yaklaşımlar söz konusudur. İman nedir? Bir kimse ne yaparsa mü’min olur? İman sadece bilmek midir? Sadece dil ile ikrar mıdır? Sadece kalp ile tasdik midir? Hem kalp ile tasdik hem dil ile ikrar mıdır? Bunlara ilaveten ibadetler ve salih ameller de gerekli midir? gibi sorular etrafında ortaya çıkan yaklaşımlar imanın mahiyetini belirler.
Bu konudaki yaklaşımları şu başlıklar altında sıralayabiliriz: İmanın asli unsurunu kalp ile tasdikle sınırlayanlar: Ehl-i Sünnet anlayışının büyük çoğunluğu, bir kimsenin Allah (c.c.) katında mü’min olabilmesi için o kimsenin kalben iman etmesini yeterli görürler. Bu görüşte olanlara göre imanın asli rüknü kalp ile tasdiktir ve kalp ile tasdik yeterlidir. Dil ile ikrar, imanın asli şartı olmayıp kişinin diğer Müslümanlar nezdinde mü’min muamelesi görebilmesi için gereken bir şarttır. İmam Maturidi, İmam Eş’ari, İmam Cüveyni ve Fahrettin er-Razi gibi alimler bu görüştedir.
Pek çok ayette ve hadiste iman kalbin işi olarak anlatılmıştır.16 İmanın mahiyetine kalp ile tasdikle beraber dil ile ikrarı da ilave edenler: Ehl-i Sünnet anlayışından olan bazı alimler imana, kalp ile tasdik yanında dil ile ikrar şartını da ilave etmektedirler. Bu alimlere göre iman; Hz. Muhammed’in (s.a.v.) Allah’tan (c.c.) getirdiği kesin olarak bilinen şeylerin hepsinin doğru ve gerçek olduğunu kalp ile tasdik ve dil ile ikrar etmektir. Ancak bu rükünler aynı seviyede birer aslî rükün değildir. Çünkü bunlardan kalp ile tasdik olmadığında imandan bahsedilemez ama kalbinde iman olan birisi dil ile ikrar etmediğinde veya öldürülme tehdidi karşısında kalbindeki imanı diliyle yalanlamak zorunda kaldığında bile Allah (c.c.) katında mü’mindir.
Bazı Ehl-i Sünnet kelamcıları, İmam Ebu Hanife ve Hanefî fakihlerden İmam Serahsî ile İmam Pezdevî bu görüştedirler. İmanın mahiyetine kalp ile tasdik ve dil ile ikrar yanında ameli ekleyenler ancak amel etmeyenleri kâfir görmeyenler: Ehl-i Sünnet anlayışında olmalarına rağmen bazı mezhep imamlarına ve özellikle hadis alimlerine göre iman; dil ile ikrar, kalp ile tasdik ve rükünlerle ameldir. Ancak bu görüşte olanlar ameli terk edenleri fasık saymışlarsa da mü’min olmadıklarını söylememişler, amelsiz Müslümanlar’ın imandan çıkarak kâfir sayılmaları gerektiği sonucuna gitmemişlerdir. İmam Şafiî, İmam Mâlik, İmam Ahmed b. Hanbel gibi bazı alimler bu kanaattedir.
Kalp ile tasdik, dil ile ikrarla beraber amel etmeyi imanın ayrılmaz parçası olarak görenler: Hariciler ve Mutezile imanın mahiyetini bu şekilde genişleterek büyük günah işleyenlerin din dairesi dışına çıkacağını söylemişlerdir. Bu mezheplere göre bir kimse kalp ile tasdik edip dil ile ikrar etmesine rağmen bunlarla amel etmezse mü’min sayılmaz. Haricilere göre kâfir olur. Mutezileye göre ise ne mü’min ne de kâfirdir.
Sadece dil ile ikrarı yeterli görenler: Mürcie ve Kerramiye mezheplerinin yaklaşımıdır. Onlara göre bir kimse dil ile inandığını belirtmişse o kimse mü’mindir.17
İmanı sadece bilgiden ibaret sayanlar: İmanın tasdik değil, imanla ilgili konuları bilmekten ibaret olduğunu ileri süren Cehmiyye ve Neccâriyye mezhepleri bu görüştedir. Onlar, imanı bilgiye indirgemişlerdir. Oysa bilgi tek başına imanın mahiyetini kapsayamaz. Çünkü bilgi görünen âlemle alakalıdır ve bilen herkesin mü’min olması beklenir. Ancak her bilen mü’min olmadığı gibi iman bilgiyi aşan ve gayb âlemini de içine alan daha geniş bir mahiyettedir.
Sonuç olarak bir kimse Hz. Peygamber’in (s.a.v.) getirdiklerini kalbiyle tasdik ediyorsa o kimse Allah (c.c.) katında mü’mindir. İman konusunda aslolan kişinin iman edilmesi gereken hususları kalben tasdik etmesidir. Ama kişilerin kalbinde olanı ancak Allah (c.c.) bilebilir. Bizler bir kimsenin mü’min olduğunu ya o kimsenin kendisinin söylemesiyle ya da bazı ibadetleri görünür şekilde yerine getirmesiyle anlayabiliriz. Bir kimse kalbinde olanı diliyle de ifade ederse yahut cemaatle namaz kılmak gibi bir ibadetle gösterirse o kimsenin mü’min olduğuna hükmederiz. Bu şart da yerine getirilirse ona Müslüman muamelesi yapılır. Kestiği hayvanın eti yenir, Müslüman bir kadınla evlenebilir, öldüğünde cenaze namazı kılınır ve Müslüman mezarlığına defnedilir. Buradan anlaşılıyor ki imanda aslolan kalben tasdik etmektir. Dil ile ikrar etmek ise kişinin Müslüman olarak muamele görmesi için gereklidir. Öte yandan bir insanın imanında zirve noktaya ulaşması için kalben tasdik edip, dil ile ikrar ettiği hususları hayatında fiili olarak da yaşaması gerekir. Kişiyi hem Allah (c.c.) katında hem de insanlar arasında değerli kılan şey; kalbiyle dilinin, özüyle sözünün bir olmasıdır. İnancı, ibadetleri, ahlakı ve davranışlarıyla sağlam bir karakter sergilemesi, her yönüyle tutarlı bir şahsiyete sahip olmasıdır.