İnsan maddi ve manevi yönüyle bir bütündür. İnsanın fiziki yapısı maddi varlığını; inanç, sevgi, korku ve öfke gibi duyguları da manevi varlığını oluşturur. İnsanda hırs, sevgi, nefret gibi pek çok duygu vardır. Dengede tutmak ve ölçülü olmak kaydıyla Allah’ın (c.c.) verdiği her duyguya ihtiyacımız vardır. Örneğin hırs, olumsuz bir duygu gibi düşünülebilir ancak bu duygumuz olmasa çalışıp çabalayamayız ve kazanç elde edemeyiz. İnsandaki nefret duygusu da böyledir. Bu duygumuz olmasa kötülüklerden nefret etmemiz, onlardan uzaklaşmamız mümkün olmayacaktır. Diğer taraftan iyi bir duygu olduğunu düşündüğümüz sevgi, olması gerekenden az veya çok hissedildiğinde de olumsuz sonuçlar doğurabilir. İnsanın yerinde ve zamanında hissettiği ve dengede tutabildiği sürece bütün duygular önemlidir. Allah (c.c.) hiçbir şeyi boş yere yaratmamıştır. Nitekim Allah (c.c.) Kur’an-ı Kerim’in bir ayetinde “Biz yeri, göğü ve arasındakileri oyun olsun diye yaratmadık.”(Enbiyâ suresi, 16. ayet.) buyurur.
Duygularımızda dengeyi sağlamak için orta bir yol izlememiz gerekir. Hz. Muhammed (s.a.v.) aşırı sevginin gözü kör, kulağı sağır edebileceği uyarısında bulunarak insanları, sevdiklerini ölçülü sevmeye çağırmıştır.(Ebu Davud, Edeb, 116; Tirmizi, Birr, 59.) Bu hususta bir hadisinde şu tavsiyede bulunmuştur: “Dostunu severken ölçülü sev çünkü günün birinde düşmanın olabilir. Düşmanına da ölçülü bir şekilde buğzet, o da günün birinde dostun olabilir.”(Tirmizi, Birr, 60.)
İnsanda hem haset hem de imrenme (gıpta) duyguları vardır. Haset, üstünlüğün veya güzelliğin kendinden başka kimsede olmasını istememektir. Haset, bu duyguyu taşıyan kişinin bütün iyi ve güzel duygularını yer bitirir. Kişiyi stres ve gerilim içine sokar. Nitekim Peygamber Efendimiz (s.a.v.) bir hadisinde “Kıskançlıktan (haset etmekten) sakının! Zira kıskançlık, ateşin odunu yiyip bitirdiği gibi iyilikleri de yer bitirir.”(Ebu Davud, Edeb, 44.) buyurmuştur.
İnsan bir davranışta bulunurken veya bir şeyi düşünürken hem akıl hem de duygular devreye girer. Dinimiz sadece akla veya sadece duygulara göre hareket etmemizi doğru bulmaz. Yapılan iyilikler karşısında duyarsız kalmak dinimizin hoş görmediği bir yaklaşımdır. Hz. Muhammed (s.a.v.) bu konularda da ölçülü ve dengeli davranmış, Müslümanlardan böyle davranmalarını istemiştir.
Peygamberimiz (s.a.v.) öfkelendiği zaman yanındaki insanlara kırıcı davranmazdı. Bir defasında yürürken yanına yaklaşan biri, Peygamberimizin (s.a.v.) elbisesini hızlıca çekerek “Ey Muhammed! Sana ait olan mallardan bana da vermelerini adamlarına söyle.” dedi. Adam, Allah Resulü’nün elbisesini öyle hızlı çekmişti ki Peygamberimizin (s.a.v.) boynu kızarmıştı. Sahabîler adama öfkelendi. Ancak Peygamberimiz (s.a.v.) sahabesini sakinleştirdi, canı yandığı hâlde adama kırıcı bir tepkide bulunmadı. Sonra yanındaki sahabeye ona istediğini vermelerini söyledi.(İbn Sa’d, Kitabü’t Tabakat, C 1, s. 357.)
Peygamber Efendimiz (s.a.v.), Taif yolculuğunda uğradığı haksızlık ve kötü muamele karşısında sabretmiş, öfkesini tutmuş ve onların Allah’a (c.c.) ve Resulü’ne (s.a.v.) inanmaları için dua etmiştir.
Allah Resulü (s.a.v.), hiçbir zaman dünya ve dünyalıklar için öfkelenip kızmazdı. Kendi şahsı için herhangi bir kişiye öfkelenip sinirlendiği ve ondan intikam alma yoluna başvurduğu da olmadı.(Tirmizi, Şemail, 97.) Ancak bir hak ve hukuk çiğnendiğinde, Allah’ın (s.a.v.) emri ihlal edildiğinde, hak yerini bulmadığında öfkelenirdi. Hz. Aişe (r.a.) “…Resulullah kendisi için asla kin tutup öç almamıştır. Ancak Allah’a karşı saygısızlık edilmiş olması müstesnadır, bu takdirde işlenen saygısızlık sebebiyle Allah için öfkelenir ve hakkın yerini bulmasını isterdi.”(Müslim, Fadâil, 77.) demiştir. Çünkü Yüce Allah, Kur’an-ı Kerim’de “Onlar, büyük günah ve hayasızlıktan kaçınırlar öfkelendiği zaman da kusurları bağışlarlar”(Şûrâ suresi, 37. ayet.) buyurarak öfkesini yenenleri ve intikam peşine düşmeyenleri övmüştür.
Hz. Muhammed (s.a.v.), her zaman bir kul olarak hesap verebilme endişesi ve cennete girebilme ümidi taşımıştır. O, hiçbir zaman cennete girmeyi garantilemiş bir tavır içinde olmamıştır. Endişeleri olmasına rağmen hiçbir zaman ümitsizliğe de düşmemiştir. Dünyada yaşadığı bütün sıkıntıların üstesinden gelebileceği, ahirette cennete kavuşacağı hususunda hep ümitli olmuştur. Biz de Peygamberimizi (s.a.v.) kendimize örnek alarak onun yaptığı gibi Allah’a (c.c.) söz ve davranışlarımızla ilgili hesap verme endişesiyle yaşamalı, bu bilinç ve duyguyla hareket etmeli, zorluklar karşısında ümitsizliğe kapılmamalıyız.
“İyilikle kötülük bir olmaz. Kötülüğü en güzel bir şekilde sav. Bir de bakarsın ki seninle arasında düşmanlık bulunan kimse sanki sıcak bir dost oluvermiştir. Bu güzel davranışa ancak sabredenler kavuşturulur. Buna ancak (hayırdan ve olgunluktan) büyük payı olanlar kavuşturulur.” Fussilet suresi, 34-35. ayetler.