Düşünce ve İfade Özgürlüğü Nedir?

Düşünce ve ifade özgürlüğü, bir kimsenin bağımsız bir şekilde düşünebilmesi ve düşündüklerini herhangi bir yolla ifade edebilmesidir.

Düşünmek, insana mahsus önemli bir özelliktir. Düşünce insanın iç âleminde başlar, sonra sözlere dökülür ve insanlarla paylaşılır. Yüce Allah; düşünmemizi, aklımızı kullanmamızı ve bunun sonucu olarak da varlıkların anlamını ve amacını kavramamızı ister.

Hz. Peygamber (s.a.v.) düşünce özgürlüğüne her zaman önem vermiş ve bu nedenle sahabeyle istişarelerde bulunmuştur. Çeşitli meselelerde onların görüşlerini almış ve değerlendirmiştir. Yüce Allah, (c.c.) Kur’an-ı Kerim’in bir ayetinde “… İş konusunda onlarla müşavere et. …”(Âl-i İmrân suresi, 159. ayet.) buyurarak istişareye ve ortak akla işaret etmiştir. Düşünce özgürlüğü, sadece düşünmekten ibaret olmayıp başka insanların düşüncelerine ve düşündüklerini ifade etmelerine fırsat vermeyi de gerektirir.

Düşünce ve ifade özgürlüğü engellenirse;

• Allah’ın, (c.c.) “Neden düşünmüyorsunuz? Neden akıl etmiyorsunuz?” gibi emirleri yerine getirilmemiş olur. Yeni ve özgün fikirler ortaya çıkmaz.
• Söylenmesi ve bilinmesi gereken gerçekler dile getirilemez.

Düşünceler ifade edilirken;

• İyi niyetli olmak,
• İnançlara saygılı olmak,
• Ahlak kurallarına uymak,
• Devletin, milletin birlik ve bütünlüğünü dikkate almak gerekir.

İslam dininin oluşturduğu özgür ortam gereği sahabîler, Peygamberimizin (s.a.v.) yanında görüşlerini rahatlıkla ifade edebilirdi. Bedir Savaşı’nda askerlerin su kuyularına uzak bir yere yerleşmesi kararını doğru bulmayan Hubab (r.a.) adında bir asker “Ey Allah’ın Resulü, bu askerleri Allah’ın emriyle mi yerleştirdiniz yoksa kendi fikrinizle mi?” diye sormuştu. Peygamberimiz (s.a.v.) bunun kendi düşüncesi olduğunu söyleyince Hubab, (r.a.) ordunun yerinin hemen değiştirilmesini çünkü savaşta suya yakın olmanın önemli bir üstünlük olduğunu ifade etmişti. Peygamberimiz (s.a.v.) bu öneriyi değerlendirdi ve ordunun yerini değiştirdi.(İbni Hişam, Siret, C1. s. 145.) Aynı şekilde Efendimiz (s.a.v.) Hendek Savaşı’nda da sahabenin görüşlerini sormuştu. Bazıları şehrin dışında savaşmayı önerirken bazıları da şehirde kalarak savunma savaşı yapılmasını teklif etmişti. Selman (r.a.) adında bir sahabî de şehrin etrafına hendekler kazılmasını önerdi. Bütün görüşler değerlendirildikten sonra Selman’ın (r.a.) görüşü üzerinde fikir birliği sağlandı ve şehrin etrafına hendekler kazılarak savunma savaşı yapılmasına karar verildi.(1) Ebu Hureyre (r.a.) “Ben Allah Resulü’nden daha fazla arkadaşlarıyla istişare eden birini görmedim.”(2) diyerek Hz. Muhammed’in (s.a.v.) istişareye verdiği önemi vurgulamıştır.

Allah Resulü birinin haklı veya haksız olduğuna karar vermeden önce herkesi tek tek dinlemiş, ona göre yorum yapmıştır. Ön yargıyla hareket etmemiştir. O, bu hususta Kur’an’ın “Sözü dinleyip de onun en güzeline uyanlar var ya işte onlar Allah’ın hidayete erdirdiği kimselerdir. İşte onlar akıl sahiplerinin ta kendileridir.”(3) ayetine uygun hareket etmiştir. Çünkü Kur’an, farklı görüşlerin dinlenmesini ve en doğrusuna uyulmasını emreder. Bir insanın düşüncesini ifade etmesi hak ve sorumluluktur. Haksızlık karşısında doğruyu söylemekten çekinmek veya susmak sorumsuzca bir davranıştır. Düşündüğünü ifade edemeyen toplumlarda, insanlar arasında sağlıklı bir iletişim ve güven duygusu kurulamaz, insanlar birbirlerine gerçekçi olmayan ve ikiyüzlü davranışlar gösterir.

Düşünce ve ifade özgürlüğü kısıtlanırsa insanlar haklarını arayamaz ve adalet yerini bulamaz. İslam diniyle gelen bu özgür ortam Peygamberimizden (s.a.v.) sonra da Müslümanlar arasında devam etmiştir. Örneğin Hz. Ömer (r.a.) devlet başkanlığı döneminde Müslümanlara hitap ederken “Ey cemaat! Beni dinleyin ve bana itaat edin.” der. Topluluktan biri “Seni ne dinleriz ne de sana itaat ederiz çünkü sen adil değilsin.” diye tepki gösterir.

Sebebi sorulduğunda “Çünkü müşterek katıldığımız muharebeden elde edilen ganimet kumaştan bizlere bir gömlek bile çıkmazken size bir elbise dikilmiş.” der. Bunun üzerine Hz. Ömer (r.a.), oğlu Abdullah’tan (r.a.) durumu açıklamasını ister. Abdullah (r.a.) “O savaşa babamla ben de katılmıştım. Ganimetten bana da pay verildi. Ben hissemi babama verdim. İkisinin birleşimiyle bir elbise oldu.” der. Bunun üzerine tepki gösteren kişi ikna olur ve “Şimdi seni dinler ve sana itaat ederiz.”(4) diye cevap verir.

(1) İbrahim Sarıçam, İlk Dönem İslam Tarihi, s. 130.
(2) Tirmizi, Cihat, 35.
(3) Zümer suresi, 18. ayet.
(4) İbrahim Emiroğlu, “Müslüman’ın Hayatında Öz Eleştiri”, Altınoluk Dergisi, S 260, s. 17.

Yorum yapın