Toplumsal barışın sağlanması ve artarak sürmesi hepimizin en başta gelen görevlerimiz arasındadır. Peygamber Efendimizi örnek alan Müslümanlar olarak onun bu yönünü de örnek alacak ve toplumsal barışın sağlanmasında katkıda bulunanlardan olacağız.
Belli bir coğrafyada ihtiyaçlarını karşılamak için ilişki içinde olan kuran, birbirlerini etkileyen ve ortak bir kültürü paylaşan insan birlikteliğine toplum denir. Bir insan birlikteliğinin toplum olabilmesi için, bazı şartların da gerçekleşmesi gerekiyor. Bunları şöyle özetleyebiliriz:
• Belli bir toprak parçasında (coğrafyada) yerleşmiş olmak,
• Fertlerin birlikte yaşama isteğinin olması,
• Temel ihtiyaçları karşılayan işlevlerin yerine getirilmesi,
• Ortak bir kültürü paylaşmak,
• İyiye ve güzele doğru sürekli bir gelişme göstermek,
• Toplumsal barışı sağlamak ve bunu artırarak sürdürmektir.
Bu özellikleri içeren toplumu, öylesine bir kalabalık, toplumsal yığın ve toplumsal kategoriden ayırmak gerekir. Çünkü her insan birlikteliği, toplum değildir.
Kalabalık, çeşitli nedenlerle bir araya gelerek, birbirleriyle etkileşim içinde olmayan insanlardan oluşur ve bu kalabalıklar çeşitli nedenlerle ortaya çıkar. Kalabalığı oluşturan kişilerin ortak bir işlevi yoktur. Ancak, buna rağmen bu fertler amaçsız da değildir. Örneğin, bir okuldan ya da bir iş yerinden çıkanlar, yollarda kalabalık oluştururlar. Yani bizler okul ortamındayken, öylesine bir kalabalık olmaktan çıkarak, aynı amaç uğruna bir araya gelmiş, tanımlı birer topluluk oluruz.
Çünkü toplumsal yığın, fiziksel olarak bir arada olmalarına rağmen, aralarında sosyal ilişki yok denecek kadar az olan insanlardan oluşur. Trafiğin aktığı bir yolda, kırmızı ışıkta bekleyenler ya da parkta dinlenenler toplumsal yığın oluştururlar.
Bu realiteden hareketle diyoruz ki, barışçı bir toplum, ortak bir takım özelliklere sahip olan, genellikle birbirleriyle fiziksel yakınlık ve ilişkiler ile aynı düşünceyi paylaşan insanlardan oluşur.
Toplumsal barışın sağlanması ve bu barış ortamının artarak sürdürülmesi için, bazı temel prensiplerin hayata geçirilmesine ihtiyaç vardır. Her şeyden önce, karşılıklı saygı, sevgi, anlayış içinde olmak gerekir.
İşte bundan dolayıdır ki, birlikte yaşadığımız insanlarla güzel geçineceğiz. Kendi haklarımıza sahip çıktığımız gibi, onların haklarını da ihlal etmeyeceğiz. Yaşadığımız toplumda huzurun sağlanması ve artarak sürmesi için, birbirimizle kaynaşarak hareket etmeliyiz. Çünkü toplumların en büyük hareketleri birlik ve beraberliğin sağlandığı zamanlarda olur. Yanımızdaki insanın Türk, Kürt, Laz, Çerkez, Gürcü olduğuna bakmadan, kendimizi ya da onları öteki olarak görmeden, barış ve huzur içinde beraber yaşamamız gerekir.
Toplum olarak hepimizin ortak inanç ve kültürel değerlerimizi koruyarak kaynaşmamız gerekmekredir. Kur’an ve Sünnet çerçeveli bir yapılanma içinde âdet, gelenek ve göreneklerimize göre hareket etmeliyiz. Ancak âdet, gelenek ve görenek derken de bu değerleri Kur’an ve sünnetin önüne geçirmemeliyiz.
Her ne olursa olsun, iç ve dış güçlerin toplumumuzu bölmek istemelerine karşın, asla taviz ve müsamaha göstermemiz mümkün değildir. Dayanışma ve tek yumruk olma en büyük çıkarımız olmalıdır. Yani ¨hepimiz birimiz, birimiz hepimiz için.¨ düsturunu ilke edinmeliyiz. Hepimiz dikkat edersek, herhangi bir oyuna gelmeyeceğimiz gibi, oluşabilecek provokasyonlara (kışkırtmalara) da alet olmayız. İnancımızdan kaynaklanan bu barış ve birliktelik için, çevremizde yaşananlara duyarlı olmalı, insanları farklı görmeyerek, beraber yaşamasını bilmeliyiz.
Barış, istikrar ve huzurun belli bir dönemi yoktu. Toplumsal uyum için her zaman en önde gelen temel esaslardan biridir. Bu yüzden genelde dünyamızın, özelde de ülkemizin her dönemde barışa, huzura ve istikrara ihtiyacı vardır. Tarih boyunca başta peygamberler olmak üzere; birçok duyarlı insan, toplumsal huzurun sağlanması için büyük çabalar sarf etmiştir.
Peygamberimiz (s.a.v.) İslam’ın daha ilk günlerinde verdiği müjdelerden biri çok dikkat çekicidir; “Öyle bir gün gelecek ki bir kadın yalnız başına Sana’dan Hadramut’a kadar gidecek yolda yırtıcı hayvanların dışında bir endişesi olmayacak!” (Hâkim, El-Müstedrek Ale’s-Sahîhayn, C 3, s. 383.) İşte İslam’ın hedef aldığı toplumsal barış ve huzur aslında dünya barışıdır.
Toplumsal barışı hakkıyla tesis eden en güçlü isim Peygamberimiz (s.a.v) olmuştur. Hayatı boyunca bu barışı bozacak her türlü fikir, düşünce ve eylemden sakındığı gibi, sahâbîlerini de sakındırmıştır.
Toplumsal barışı sağlayan unsurlar çoktur. Bunlar arasında önemli bir yeri olan karşılıklı sevgi ve saygı, bizi biz yapan unsurlardandır. Birbirimizi sevip saymadığımız sürece toplumsal barış ve huzurdan söz edemeyiz. Peygamberimiz (s.a.v) ne de güzel buyuruyor; “Küçüklerini sevmeyen, büyüklerini saymayan bizden değildir!” (Tirmizî, Birr 15; Ebû Dâvûd, Edeb 58.)
Toplumsal barışı sağlamak çok önemli olduğu kadar, onu sürdürmek de önemlidir. Sürdürülebilir barış belli ilkelere sadık kalmayı gerektirmektedir. Bu ilkeler Peygamberimizin (s.a.v) tebliğ ettiği ilahi mesajda yerini bulmuştur. Bununla birlikte barış ve huzuru sağlayacak hertürlü çalışma takdiri haketmektedir.Hatta bu barış ve huzuru arttırmak gerekir. Bunun için, barış ve huzuru oluşturacak her türlü çalışma, buna ciddi bir şekilde katkı sağlayacaktır. Adalet de, toplumsal barışı sağlayan unsurlardandır. Adaletin olmadığı, insan hak ve özgürlüklerinin ihlal edildiği toplumlarda, barışı sağlamak, korumak ve geliştirerek sürdürmek imkânsızdır. Allahu Teala (c.c) adalet konusunda şöyle buyurur:
“Ey iman edenler! Allah için Hakkı ayakta tutan, adaletle şahitlik eden kimseler olun. Herhangi bir topluluğa duyduğunuz öfke (kin), sizi adaletsiz davranmaya itmesin. Adaletli olun. Bu Allah takvaya daha uygundur. Allah’a isyandan sakının. Hiç şüphesiz ki Allah, yaptıklarınızı hakkıyla bilemektedir.” (Mâide suresi, 8. ayet.)
İnsanların haklarını çiğnemek ve hakkı yemek, toplumsal barışı bozar. Ayrıca Sevgili Peygamberimiz toplumsal hayatta barışı bozacak söz ve davranışların neler olduğunu açıklamış ve bunlardan uzak durmamızı öğü tlemiştir. Bu nedenle adam öldürmek, hırsızlık yapmak, rüşvet vermek ve almak, kumar oynamak, alkollü içecekleri kullanmak, kötü söz söylemek, nefret duygularını yaymak, iftira ve gıybet etmek gibi toplumsal barışı bozacak davranışlardan uzak durmamızı istemiştir.
Başka bir ayette:
“İnsanların hakkı olan şeyleri kısmayın! Bozgunculuk yaparak, yeryüzünde karışıklık çıkarmayın!” (Şu’ârâ suresi, 183. ayet.) buyurulur. Peygamberimiz (s.a.v), diğer ayetlerde olduğu gibi, bu ayetlerin gerektirdiği şekilde insanlar arasında ırk, renk ve cinsiyet farkı gözetmeden, hak ve özgürlükleri hayata geçirmede de çok titiz davranmıştır.
Adalet önemli olduğu kadar, toplumsal barışı sağlama ve sürdürmede hoşgörülü ve affedici olmak da çok önemli erdemlerdendir.
“İyilikle kötülük bir olmaz. Sen (kötülüğü) en güzel olan davranışla sav! O zaman bir de göreceksin ki, seninle aranızda düşmanlık buluna kimse, kesinlikle sıcak (candan) bir dost oluvermiş.” (Fussilet suresi, 34. ayet.) Kötülüğe karşı kötülük yapmamak, hatta iyilik yapmak çok zor bir davranış olmakla birlikte, başarabildiğimiz kadarıyla hayatımıza geçirmemiz gereken çok güzel bir erdemdir. Sevgili Peygamberimiz (s.a.v), bu konuda da en güzel örnektir. Hepimiz biliyoruz ki, Peygamberimiz (s.a.v), kendisine yapılan bunca hakaretleri ve ardı arkası kesilmez kötülükleri affetmiştir. Onun bu örnek davranışı, olumsuz bir toplumun düzenini olumlu anlamda değiştirmiştir. Bu şekilde en büyük düşmanları, en yakın dostları olmuştu.
Ayrıca güzel dinimiz sayesinde en kötüler, en iyi; en gaddarlar, en merhametli olmuşlardı.
“Hiçbiriniz, kendiniz için isteyip arzu ettiğinizi kardeşiniz için de arzu etmedikçe, (hakkıyla) îmân etmiş olmaz.” (Müslim, Îmân, 69, 72; İbn Mâce, Mukaddime 10.) Buna diğerkâmlık denir. Yani kişilerin kendileri için istediklerini, başkaları için de istemeleri; kendileri için uygun görmedikleri bir davranışı, başkalarına da yapmamalarıdır. Empati yaparak, kendimizi başkalarının yerine koyarsak, bunu daha iyi anlarız. Karşımızdakinin yerine kendimizi koyduğumuz zaman, daha duyarlı olur ve toplumsal barışa katkı sağlarız.
Toplumu oluşturacak ortak değerlere bağlılığın zayıflaması, toplumsal barış ve huzuru bozacak, kargaşa ve keşmekeşliğe yol açacak en büyük tehlikelerden biridir. Bir de bu değerlere karşı çıkıldığında birlik ve beraberlik bozulur. Bizler, toplumu oluşturan ortak değerler etrafında kenetlenmeli, değerlerimizle değerlenmeliyiz. Unutmayalım ki, değerlerini kaybeden, değerini de kaybeder!
Dünyanın birçok yerinde gördüğümüz gibi, toplumsal hayatta bazı insanlar arasında anlaşmazlıklar çıkabilir. Bu anlaşmazlıklar da toplumsal barışı ciddi bir şekilde tehdit eder. İşte böyle durumlarda, barış ortamını korumak için, bizlere çok ciddi görevler düşmektedir. Barışı sağlamak ve sürdürmek adına, toplumu oluşturan bireylerin birbirleriyle güzel geçinmesi gerekir.