Kur’an ve hadis verilerine göre bütün insanlık, aynı zamanda ilk peygamber olan Hz. Âdem Aleyhisselâm’dan türemiştir. Yeryüzüne yayıldıkça zaman içinde farklılıklar başlamış ve birçok ırk meydana gelmiştir.
Bu durumda iki türlü kardeşlik söz konusudur; bunların biri insan kardeşliği, diğeri de İslam kardeşliğidir. İnsan kardeşliği ayette şöyle ifade edilir: “Ey insanlar! Doğrusu biz sizi bir erkekle bir dişiden yarattık ve birbirinizle tanışmanız için sizi kavimlere ve kabilelere ayırdık. Muhakkak ki Allah yanında en değerli olanınız, O’ndan en çok sakınanınızdır. Şüphesiz Allah her şeyi bilendir, her şeyden haberdardır.”8 İslam kardeşliğine gelince;
“Müminler ancak kardeştirler. Öyleyse kardeşlerinizin arasını düzeltin ve Allah’tan korkun ki esirgenesiniz.” 9
Dinler genel hatlarla, ilahi kaynaklı dinler ve ilahi kaynaklı olmayan dinler diye iki ana kategoride incelenir. İlahî dinlerin kaynağı vahiy olup, o da zamanla ikiye ayrılmıştır. Aslı bozulan dinler ve aslı bozulmamış din. Yahudilik ve Hıristiyanlık, ilahî kaynaklı olup aslı bozulmuştur. İslam ise nasıl doğmuşsa bugüne kadar öyle gelmiş, kıyamete kadar da böyle gidecektir. Bu noktayı iyi anlamadan, farklı din mensuplarıyla iletişim ve ilişkilerimizin ölçülerini de anlayamayız. “Dinde zorlama yoktur! Artık doğrulukla eğrilik birbirinden ayrılmıştır (doğru eğriden açıkça ayrılmıştır). O hâlde kim tâğutu reddedip Allah’a inanırsa, kopmayan sağlam kulpa yapışmıştır. Allah her şeyi işitir ve her şeyi bilir.” 10
İnsanlık, tercih noktasında serbest bırakıldıkları gibi, sergilemiş oldukları tavırdan da kendileri sorumlu olacaklardır. “(Resulüm!) Sen, Rabbinin yoluna hikmet ve güzel öğütle davet et. Onlarla en güzel şekilde mücadele et! Hiç şüphesin ki senin Rabbin, kendi yolundan sapanları en iyi bilendir ve O, yine hidayete erenleri de çok iyi bilir.” 11
Ayette Peygamber Efendimize (s.a.v) hitaben onların dediklerini ya da isteklerini kabul et buyurulmuyor, onları “hikmet ve güzel öğütle davet et” buyuruluyor. Peygamberimiz (s.a.v) bu amaçla diğer din mensuplarıyla iletişim kurarken, asla taviz vermemiştir. Onları kazanmak ya da birlik ve beraberlik içinde yaşamak adına, onlara tabi olmamıştır. Onları davet etmiştir. Bunu yaparken de, her zaman barış içinde kalmaya ve güzel davranışlarla insanlara örnek olmaya öncelik vermiştir.
Bu anlayışla her geçen gün artarak sürekli yayılan Tevhîdî düşünce, Arap Yarımadası ile sınırlı kalmadı. Gönderilen elçiler ve davet mektupları farklı din mensuplarının yaşadığı uzak bölgelere kadar ulaştı.
Peygamberimiz (s.a.v), evrensel nitelikli davet mektupları yakın uzak bütün idarecilere gönderildi. Bu mektuplar, din, ırk ve bölge ayırt etmiyordu. Allah tarafından görevlendirilmiş bir elçinin ilahi mesajını taşıyordu. Yöneticiler başta olmak üzere, mesajı bütün herkesi İslam dinine davet ediyordu.
Sevgili Peygamberimiz (s.a.v) farklı din mensuplarıyla iletişim kurarken, onların düşünce ve inançlarıyla asla alay etmiyor, küçük görmüyordu. Ama bu arada onları İslam ile aynı derecede de görmüyordu. O dengeyi çok sağlam kurup ve artan bir sağlamlıkla da yönetiyordu.
Hz. Muhammed (s.a.v) Mekke dönemi şartlarında bunca çile ve eziyet altındayken bile, her türlü baskıya, alaya ve işkenceye karşı sabır göstermiş, her fırsatta onlarla iletişim kurmaya çalışmıştı. Reddedilse bile, herkesle münasebetini devam ettirmişti. Onları memnun etmek ya da özendirmek için, hoşgörü kılıfı altında asla taviz vermemişti. Resulullah (s.a.v), her zaman ve zeminde tebliğ görevini yaparken barıştan, adaletten, haktan yana olmuş ve doğruluktan ayrılmamıştı.
Hudeybiye Antlaşması bu ve benzeri olaylar içinde sadece bir örnektir. Bu barışta nebevî duruş ile kul duruşu iç içe yaşanmıştı. Bundan dolayı bazı sahibiler, bu antlaşma neticesinde taviz verildiğini zannetmiş ve bunu da dile getirmişlerdi. Peygamberimiz Hz. Muhammed (s.a.v) gerekli açıklamayı yapmakla birlikte, dikkatlerden kaçmaması gereken bir cümle kullanmıştır:
– “Ey Ömer! Hiç şüphe yok ki ben Allah’ın kulu ve Resul’üyüm! Ben asla Allah’ın emrine aykırı hareket etmem!” 12 Hz. Ömer’in (r.a) en önde gelen künyesi/lakabı “Faruk” idi. Faruk da, Hakkı batıldan ayıran ve ince kavrayışlı anlamlarına geliyordu. Hz. Ömer (r.a) “faruk” özelliğinin gereğiyle Peygamberimizin (s.a.v) görüşündeki inceliği ve hakılılığı kavradı. Ayrıca bu olayın arkasından gelen Fetih suresi ile gelecekteki büyük fethin müjdelenişi, işte bu ince çizgiyi bütün hatlarıyla önümüze koymuştur.
Mekke fethedildi, Mekke’nin fethi sonrasında Resulullah (s.a.v) kendisine ve ashabına bunca sıkıntılar veren Mekkelileri toptan affetmiştir. Mekkeliler de bu engin duruş karşısında, hepsi birden İslam’a girerek Müslüman olmuşlardır. Tarihe baktığımızda farklı renklerin, kültürlerin, ırkların ve kavimlerin bir arada barış içerisinde yaşamalarını sağlayan İslam olmuştur. Bu Müslümanların Medine İslam devletinin temellerinin atıldığı ilk günden itibaren sağlanmıştır.
8 Hucurât suresi, 13. ayet.
9 Hucurât suresi 10. ayet.
10 Bakara suresi, 256. ayet.
11 Nahl suresi, 125. ayet.
12 İbn İshâk – İbn Hişâm, es-Sîretü’n-Nebeviyye, C 3, s. 331.