Sevgili Peygamberimiz (s.a.v) yaşamındaki dünya-ahiret dengesi ile güzel dinimizin bu konudaki kriterlerini ortaya koydu. O (s.a.v) bir insan olarak dünyevi ihtiyaçlarını karşılamak için çalıştı, ticaret ile uğraştı. Bunun yanısıra bir peygamber olarak da Allah’ın (c.c) kendisine verdiği ulvi görevi yerine getirirdi. O hiçbir zaman dünya için ahireti, ahiret için dünyayı terk etmedi. Doğru olan bunları birbirine feda etmeyip her birine hak ettiği değeri vermektir. Ahiret hayatı bâkî, ebedî ve ölümsüz, dünya hayatı ise geçici, fâni, ölümlü ve çok kısadır. O hâlde her birine bu özelliklerine uygun bir değer vermeliyiz. Allah (c.c) dünya ve ahiret dengesini kurabilen kullarını şöyle metheder:
“Onlar, ne ticaret ne de alışverişin kendilerini Allah’ı anmaktan, namaz kılmaktan ve zekât vermekten alıkoyamadığı insanlardır. Onlar, kalplerin ve gözlerin allak bullak olduğu bir günden korkarlar. Çünkü (o günde) Allah, onları yaptıklarının en güzeli ile mükâfatlandıracak ve lütfundan onlara fazlasıyla verecektir. Allah, dilediğini hesapsız rızıklandırır.” (Nûr suresi 37. ayet.)
Cuma suresinde ezan okununca alışverişi bırakıp Allah’ın (c.c) zikrine koşmamız emrediliyor. Namaz bittikten sonra da yeryüzüne dağılıp çalışmamızı, Allah’ın (c.c) lütfundan aramamızı emrediliyor. Ancak çalışırken bir taraftan da Allah’ı (c.c) çok zikretmemizi, kurtuluşumuzun buna bağlı olduğunu hatırlatılıyor. Demek ki dünyaya çalışırken vakit gelince ahirete hazırlanmalıyız, o bitince tekrar dünya işlerimize dönmeliyiz, ancak bu çalışma esnasında devamlı Allah’ı (c.c) zikretmeli, O’nun emirlerinden dışarı çıkmamalı, rızasına uygun olmayan bir iş yapmamalıyız. Bunlardan birini ihmâl etmek, kişiyi hem dünyada hem de ahirette sıkıntıya sokar.
Katâde, Enes ibn-i Mâlik’e:
–Nebiy-i Ekrem Efendimizin en çok ettiği dua hangisiydi?”
diye sordu. Enes (r.a) şöyle cevap verdi:
“–Allah Resulü (s.a.v) en çok şöyle diyerek dua ederdi:
“Allah’ım! Bize dünyada iyilik ver, ahirette de iyilik ver ve bizi cehennem azabından koru!” (Müslim, Zikir, 26.)
Rabbimiz (c.c) bize dünyada da iyilik, ahirette de iyilik istememizi öğretmiştir. Dünya ile ilgili ayetler bir bütün olarak ele alındığında, İslam’ın ne dünyevîleşmeyi (sekülerleşmeyi) ne de uhrevîleşmeyi (ruhbanlaşmayı) emretmediğini görürüz. Bilakis asıl vurgu dünya ile ahiret arasındaki denge üzerinedir. Cenâb-ı Hak şöyle buyurur: “Allah’ın sana verdiğinden (O’nun yolunda harcayarak) ahiret yurdunu iste; ama dünyadan da nasibini unutma!” (Kasas suresi, 77. ayet.)
Biz denge ümmetiyiz. Bu durum ayet-i kerimede şöyle haber verilir:
“Böylece sizi orta (ifrat ve tefritten uzak, itidal üzere, adil) bir ümmet kıldık…” (Bakara suresi, 143. ayet.) Resulullah Efendimiz (s.a.v) ise;
“İşlerin hayırlısı, itidal üzere olandır” (Beyhakî, Şuabu’l-Îmân, C 5, s. 261.) buyurmak suretiyle, biz ümmetine çok mühim bir ölçü takdim etmiştir. Diğer bir hadis-i şeriflerinde de şu tavsiyelerde bulunmuştur: “Orta yolu tutunuz, amellerinizi mükemmelleştirmeye ve Allah’a yakın olmaya gayret ediniz. Sabahleyin ve öğle ile akşam arası çalışınız. Bir parça da geceden faydalanınız.
Acele etmeden ve telâşa kapılmadan gidin ki, varacağınız hedefe ulaşasınız.” (Buhârî, Rikâk, 18.)
Dünyanın bir oyun ve eğlence, süs ve insanlar arasında bir övünme vesilesi olduğunu ifade eden ayetler, dünya hayatından başka hiçbir hayata inanmayan ve dünyaya adeta taparcasına bağlı olan kimselere hitap etmektedir. Onların dünyaya olan aşırı hırslarını törpülemek, onları manevi ve uhrevi bir hayata hazırlamak için durumlarına uygun bir üslup kullanılmıştır. Yoksa dünya sırf dünya olduğu için yerilmiş ve kötülenmiş değildir. Yerilen, ahirete tercih edilmiş ve hiç ölmeyecekmiş gibi yaşanan bir dünya hayatıdır.
Müslümanlar dünyada zillet ve acizlik içinde değil, bilakis izzet ve vakar içinde yaşamalıdırlar. Onlar bir taraftan dünya hayatını mamur ederken, diğer taraftan da rızıklarına kefil olan Allah Teala’ya kulluk etmeyi ve ahireti unutmamalıdırlar. Dünya ve ahiret arasında ölçüyü ve dengeyi korumalıdırlar.
Ebû Seleme’nin (r.a) anlattığına göre, Resulullah’ın (s.a.v) ashabı, ne itidalden sapan ne de tembellik eden kimselerdi. Sohbet meclislerinde yeri geldiğinde şiir okur ve cahiliye devrindeki hâtıralarını anlatırlardı. (İbn-i Ebî Şeybe, el-Musannef, C 5, s. 278.) Ebû Bekir es-Sakafî’nin bildirdiğine göre onlar biraz Kur’an biraz da şiir okurlardı. (Kettânî, Nizâmü’l-Hukûmeti’n-Nebeviyye (et-Terâtibü’l-İdâriyye), Beyrut 1996, C 2, s. 236.)
“O hâlde bizi anmaktan yüz çeviren ve dünya hayatından başka arzusu olmayan kişilerden sen de yüz çevir.” (en-Necm 53/29)
“Huzurumuza çıkacaklarını beklemeyenler, dünya hayatına razı olup onunla rahat bulanlar ve ayetlerimizden gafil olanlar yok mu, işte onların, kazanmakta oldukları (günahlar) yüzünden varacakları yer, ateştir!” (Yûnus 10/7)
“Dünya hayatını ahirete tercih edenler, Allah yolundan alıkoyanlar ve onun eğriliğini isteyenler var ya, işte onlar (haktan) uzak bir sapıklık içindedirler.” (İbrâhîm 14/3)