Allah (c.c) gökyüzündeki yıldızları ve gezegenleri yarattı, onların içinde Dünya gezegenine diğerlerinden farklı bir takım özellikler lütfetti ve daha sonra dünya üzerindeki dağları, ovaları, suları ve atmosferi insanın yaşamasına elverişli hâle getirdi. Dünya en kıymetli misafiri olan insan için hazırlanıyordu. Yeryüzü bir müddet sakin bekledikten sonra Allah (c.c) insanı yarattı. Cennette yaratılan insan yeryüzüne imtihan için indirildi. Sonuç olarak dünya, insanın imtihan edileceği bir mekân olarak yaratılmış ve onun hayat sürmesini sağlayacak imkânlarla donatılmıştır.
Allah (c.c) insanlara iki hayat vereceğini bildirmiştir. Bunların ilki insanoğlunun ölümden önce yaşadığı, geçici, ölümlü ve fâni olan dünya hayatıdır. İnsana verilecek olan ikinci hayat ise, ölümden sonraki ebedî, ölümsüz ve bâkî olan ahiret hayatıdır. İnsan ilk olarak dünya hayatına gözlerini açtığı için buna “yakın hayat” anlamında “dünya hayatı” denmiştir. Dünyaya gözlerini kapamasından sonraahiret hayatına intikal ettiği için o hayata da “sonraki hayat” anlamında “ahiret hayatı” ismi verilmiştir.
Cenâb-ı Hak şöyle buyurur:
“O ki, hanginizin daha güzel davranacağını imtihan etmek için ölümü ve hayatı yaratmıştır. O, mutlak galiptir, çok bağışlayıcıdır.” (Mülk suresi, 2. ayet.)
Demek ki ebedî hayattan önceki kısa ve geçici dünya hayatı, insanların imtihan edilmesi için var edilmiştir. Dünya üzerindeki cazip nimetler de imtihan içindir. (Tâhâ suresi, 131. ayet.) Aynı şekilde insanın başına gelen sıkıntı ve musibetler de bu imtihanın birer aracıdır. Ayet-i kerimede bunu Allah Teala şöyle haber verir:
“Andolsun ki, sizi biraz korku ve açlık; mallardan, canlardan ve ürünlerden biraz azaltma (fakirlik) ile deneriz. (Ey Peygamber!) Sabredenleri müjdele!” (Bakara suresi, 155. ayet.) Dünya hayatı, ebedi hayat olan ahiret hayatının kazanılacağı ve şekilleneceği yegâne yerdir. İnsanın ahirette bulacağı şey, dünyadayken elde ettiği şeylerdir. “Dünya ahiretin tarlasıdır” şeklindeki hikmetli sözde de ifade edildiği üzere; cennet fidanlarını bu dünyada diktiğimiz bir bahçe, cehennem de ateşini bu dünyadan götürdüğümüz bir yangın yeridir. Şu hâlde dünya hayatı son derece mühimdir ve kişinin yaşantısına göre iyi ya da kötü olarak bir değere sahip olacaktır.
Dünya hayatına ve ondaki nimetlere yaklaşırken çok dikkatli olmak gerekir. İnsan bunlara doğru bir adım atarken dikkatle düşünmeli, onların kendisine niçin verildiğini, karşılığında ne istendiğini ve ne yapması gerektiğini iyi hesap etmeli, aksi takdirde aldanmışlardan olur. Çünkü dünya hayatı insan için çok aldatıcıdır. (Enâm suresi, 70 ve130. ayetler.) Ona inananlar için dünyanın ne anlama geldiği şu ayette en güzel şekilde tarif edilmiştir:
“Bilin ki dünya hayatı ancak bir oyun, eğlence, bir süs, aranızda bir övünme ve daha çok mal ve evlât sahibi olma isteğinden ibarettir. Tıpkı bir yağmur gibidir ki, bitirdiği şeyler ziraatçilerin hoşuna gider. Sonra kurur da sen onun sapsarı olduğunu görürsün; sonra da çer çöp olur. Ahirette ise çetin bir azap vardır. Yine orada Allah’ın mağfireti ve rızası vardır. Dünya hayatı aldatıcı bir geçimlikten başka bir şey değildir.” (Hadîd suresi, 20. ayet.)
“Sakın kendilerini sınamak için onların bir kesimini yararlandırdığımız dünya hayatının çekiciliğine göz dikme! Rabbinin sana verdiği nimetler daha hayırlı ve daha kalıcıdır. Aile fertlerine namazı emret, kendin de bunda kararlı ol. Senden rızık istemiyoruz; asıl biz seni rızıklandırıyoruz. Mutlu gelecek, günahlardan sakınanların olacaktır.”
(Tâhâ suresi, 131-132. ayetler.)
Dünya hayatı yaz yağmuru gibidir, çabuk gelip geçer. Ancak o, düşünüp akledebilecek bir kimsenin düşünmesine yetecek kadar bir zamandır. (Fâtır suresi,37.ayet.) Bu sebeple imtihanı kaybedenlerin herhangi bir mazereti ve itiraz hakkı olmayacaktır. Ancak aldananlar bu yeterli vakti iyi kullanamadıkları için doğru yolu bulamazlar. Oyun, eğlence ve nefsani zevkler peşinde koşarken aniden ölüme yakalanıverirler. Bu durum ayet-i kerimede şöyle anlatılır:
“(Allah, inkârcılara) ‘Yeryüzünde kaç yıl kaldınız?’ diye sorar. ‘Bir gün veya günün bir kısmı kadar kaldık. İşte sayanlara sor.’ derler. Allah Teala: ‘Sadece az bir süre kaldınız; keşke siz (bunu) bilmiş olsaydınız.”. (Mü’minûn suresi, 112-114. ayetler.) buyurur. Dünya hayatının gayesini anlayamayan ve onu gereği gibi değerlendiremeyen kâfirler, dünya hayatına geri dönüp Allah’ın (c.c) istediği gibi yaşamak isterler, ancak buna asla izin verilmez. (Enâm suresi, 27.ayet.) Resulullah (s.a.v) dünya hayatının kısalığı konusunda şöyle buyurmuştur:
“Vallahi, ahiretin yanında dünya, ancak birinizin şu (işaret) parmağını denize daldırması gibidir; parmağının ne kadar su ile döndüğüne (ıslandığına) bir baksın!” (Müslim, Cennet, 55.)
“Kuşkusuz sana tekrar tekrar okunandan (ayetlerden) yedisini ve Yüce Kur’an’ı verdik. Sakın ola ki, onlardan bazı gruplara verdiğimiz geçici dünya nimetine göz dikmeyesin! Onlardan yana üzülme, müminlere karşı da alçakgönüllü ol! “Kuşkusuz ben apaçık bir uyarıcıyım” de.” (Hicr suresi, 87-89. ayetler)
Sevgili Peygamberimizin (s.a.v) dünyaya bakışını özetleyen rivayetlerden birinde;
Resul-i Ekrem (s.a.v) bir gün Hz. Ömer’in (r.a) oğlu Abdullah’ın (r.a) omzuna elini koydu ve onun şahsında bütün Müslümanlara: “Dünyada (kimsesiz) bir garip gibi yahut bir yolcu gibi ol!” 10 tavsiyesinde bulundu.
Bu hadis, müminlere iki kimseyi örnek vererek dünya ile ilişkilerini bu örnekler üzerine düzenlemelerini salık verir. “Yolcu” örneği ile dünyanın gelip geçici bir uğrak yeri olduğu, asıl varılacak ve kalınacak yerin ahiret olduğu vurgulanır. “Garip” örneği ise, ruhların asıl vatanının bu dünya ve bu beden değil, ruhlar âlemi ve ahiret olduğunu ifade eder.
Asıl vatanlarından ayrılan ruhlar, dünyada ve bedende iken gurbettedirler ve kendi vatanlarına dönmenin özlemi içinde yaşarlar. İşte mümin, dünyada tıpkı bir yolcu gibi, kısa bir süreliğine yaşadığını hiç aklından çıkarmaz ve tıpkı evinden barkından uzakta kalmış bir garip gibi, ruhunun gerçek vatanı olan ahirete sürekli özlem duyar.11 Dünyaya hak ettiği kadar değer verir, aşırı bir hırsa kapılarak ahiret hayatını ihmâl etmez. Ahirete hazırlanmayı terk ederek lüzumundan fazla dünyalık işlerle meşgul olmaz.
Resulullah Efendimizin (s.a.v), her türlü dünyalık imkânı elde etme gücüne sahipken bile dünyalık biriktirme hevesi olmamıştı. Fakih sahabîlerden Abdullah b. Mesûd, (r.a) bir gün Allah Resulü’nün (s.a.v), küçük olduğundan güvercin yuvasına benzetilen odasına girmişti. O (s.a.v) bir hasırın üzerinde uyuyordu. Hasır, sertliğinden dolayı Rahmet Elçisi’nin vücudunda izler bırakmıştı. İbn Mesûd, Resulullah’ın bu hâline dayanamadı ve ağladı. İbn Mesûd’un (r.a) ağlamasına şaşıran Efendimiz (s.a.v) , “Seni ağlatan şey nedir Abdullah!” diye sordu. İbn Mesûd kendisini ağlatan şeyi anlatmaya başladı: “Ya Resulallah, Kisra ve Kayser atlas, hâlis ipek ve dîbâc (İran dokuması ipekli kumaşlar) üzerinde uyuyorlar. Sen ise bu hasır üzerinde uyuyorsun. Bu hasır da senin vücudunda izler bırakmış.” Bunun üzerine Peygamberimizin (s.a.v) mübarek ağzından, İbn Mesûd’u (r.a) teselli eden şu cümleler döküldü: “–Ağlama Abdullah! Dünya onların, ahiret ise bizimdir. Hem benim dünya ile ilgim ne kadar ki? Ben bu dünyada, ancak, bir ağacın altında gölgelenen, sonra da oradan kalkıp giden bir yolcu gibiyim.”12
Dünya fani, dünyalıklar geçiciydi. Fakat ahirete giden yolda haram helal çizgisine dikkat ederek dünya mallarını da ihmâl etmemek gerekiyordu. Peygamberimiz (s.a.v) de bu güzel teşbihiyle bunu anlatmak istiyordu.13
Üsve-i hasene (en güzel örnek) olan Hz. Muhammed (s.a.v), dünyaya ve üzerindeki nimetlere gereğinden fazla değer vermezdi. Zira, gerçekleştirilen fetihler sayesinde o, hesabı tutulamayacak kadar mal ve mülke sâhip olmasına rağmen, mütevazi yaşantısına devam etmiştir. Hâlbuki bizzat Allah (c.c) tarafından, savaş ganimetlerinin beşte birini kullanma salâhiyeti kendisine verilmişti.14 O da bazı savaşlardan bol miktarda ganimet almıştı. Örnek vermek gerekirse sadece Huneyn’de elde edilen ganimetlerin kırk bin koyun, yirmi dört bin deve, altı yüz esir, dört yüz ukıyye gümüş olduğu belirtilmektedir.15 Ayrıca diğer gazvelerden elde edilen ganimetlerle birlikte, devlet başkanlarından gelen hediyeler de düşünülecek olursa, Peygamberimizin (s.a.v) müreffeh bir hayat yaşamasına engel hiçbir şey yoktu. Ancak böyle bir hayat, onun sade ve cömert yaşantısına uygun düşmemekteydi.16 Zira o, bir hadis-i şerifinde: “Uhud Dağı kadar altınım olsa, borcum için ayırdığım hariç, yanımda üç günden fazla saklamazdım”17 buyurarak, hayatı boyunca dünyalığa önem vermediğini açıkça ortaya koymuştur. Resul-i Ekrem Efendimiz (s.a.v);
“Dikkat edin! Allah’dan başka her şey bâtıldır”18 diyen şair Lebîd’in mısrasını çok beğenmiştir. Hem, Hendek Gazvesi gibi hayatın zorluk ve çilelerinin yoğun bir şekilde yaşandığı yerlerde, hem de dünyanın en büyük fethi olan Mekke fethi gibi sevinçli anlarında, “Allah’ım! Hayat ancak ahiret hayatıdır”19 ifadeleriyle, asıl talip olduğu ebedî hakikate işaret etmiştir. Yine onun züht hayatının, hükümdar bir peygamber olmak yerine, kul peygamber olmayı tercih etmesiyle de, yakından alâkası vardır. Hayatının son günlerinde de şahsını kastederek:
“Allah, bir kulunu dünya ile kendi katında bulunan şeyler arasında muhayyer bıraktı. O kul da, Allah’ın katındakileri tercih etti”20 buyurmak suretiyle, dünya malına hiçbir zaman gönül bağlamadığını, her hâlükârda önceliği ahirete verdiğini göstermiştir.
10 Buhârî, Rikâk, 3. 11 Hadislerle Islam, Diyânet İşleri Başkanlığı, C 1, s. 344. 12 Taberânî, el-Mucemü’l-kebîr, C 10, s. 162; İbn-i Mâce, Zühd, 3. 13 Hadislerle Islam, Diyânet İşleri Başkanlığı, C 6, s.346-347. 14 Enfâl suresi, 41. ayet. 15 İbn-i Sa’d, C 2, 152. 16 Müslim, Talâk, 29. 17 Buhârî, Temennâ, 2. 18 Buhârî, Rikâk, 29. 19 Buhârî, Cihâd 33. 20 Müslim, Fedâilü’s-Sahâbe, 2.