İslam tarihinde Müslümanlar arasında siyasi ve itikadi (inançla ilgili) konularda zaman zaman görüş ayrılıkları yaşanmıştır. Bunun sonucunda da İslam dünyasında siyasi-itikadi düşünce ekolleri ortaya çıkmıştır.
Haricîlik
İslam tarihinde ortaya çıkan ilk siyasi-itikadi mezhep Haricîlik olmuştur. Hz. Ali ile Muaviye, Sıffin Savaşı esnasında, halifenin kim olacağının iki taraftan seçilecek hakemlerce belirlenmesi kararını almıştır. Ancak Hz. Ali taraftarlarından bir grup, “Allah’ın kitabı varken insanların hakemliğine başvurmanın kabul edilemez.” olduğunu söyleyerek ordudan ayrılmıştır. Bunlara “Ayrılanlar, dışarıda kalanlar.” anlamına gelen Haricîler denilmiştir.
Haricîlerin başlıca görüşleri şöyle özetlenebilir:
• Halifenin Kureyş kabilesinden olması şart değildir. Bu göreve layık olan herkes halife seçilebilir.
• Seçimle göreve gelen halifeye doğru yoldan ayrılması hâlinde görevden el çektirilir.
• Namaz, oruç, hac, zekât gibi dinî emirler, imanın ayrılmaz bir parçasıdır, imandan ayrı düşünülemez.
• Büyük günah işleyen kişi Müslümanlıktan çıkmış olur. Böyle biri tövbe etmeden ölürse ebediyen cehennemde kalır.(Ali Bakkal, İslam Fıkıh Mezhepleri, s. 237-240.)
Şia
Şia sözlükte taraftar, yardımcı, birine uyan, yardım eden anlamlarına gelir. Terim olarak ise halifeliğin Hz. Ali’nin ve onun soyundan gelenlerin hakkı olduğunu savunan dini anlayışa Şia denir. İslam âlimlerinin çoğunluğuna göre Şia anlayışı, Kerbela Olayı’ndan sonra ortaya çıkmıştır. 680 yılında Kerbela’da Hz. Hüseyin ve aile fertlerinden bazılarının şehit edilmesi Müslümanları derinden yaralamıştır. Bazı Müslümanlar Hz. Hüseyin’in ve ehl-i beytin haklarını savunmak için bir araya gelip örgütlenmiştir. Bu anlayışın zamanla yayılıp taraftar bulması ve sistemli hâle gelmesiyle Şia mezhebi doğmuştur.
Şia mezhebine mensup olanların temel görüşleri şöyle özetlenebilir:
* Halifelik siyasi değil dinî bir konudur. Halifeliğin Hz. Ali ve onun soyundan gelenlerin hakkı olduğuna inanmak temel inanç esaslarındandır.
* Hz. Muhammed hayattayken Hz. Ali’yi halife olarak tayin ve vasiyet etmiştir.
* Hem Hz. Ali hem de onun soyundan gelen imamlar masumdur, her türlü hatadan, günahtan korunmuştur.
* Hz. Ali’nin soyundan gelen imamlar, İslam’ın anlamını, Kur’an’ın gerçek anlamının altındaki gizli manaları anlayabilecek yeteneğe, bilgiye sahiptir.
* Hz. Ali ve onun soyundan gelen toplam on iki imam vardır. On ikinci imam Hasan el-Askerî ölmemiş, kaybolmuştur. Kıyamet kopmadan önce ortaya çıkacak ve adaletle dünyaya hükmedecektir.
* İnsan, canının ve malının tehlikede olması durumunda inancını gizleyebilir.(Şerafettin Gölcük, Kelam Tarihi, s. 27-37; Ethem Ruhi Fığlalı, Çağımızda İtikadi İslam Mezhepleri, s. 118-179.)
Mu’tezile
İslam dünyasında ortaya çıkan siyasi-itikadi yorum biçimlerinden biri olan Mu’tezile, Vâsıl bin Ata (öl. 748)’nın görüş ve düşünceleri etrafında doğup gelişmiştir. Bu mezhep dinî ilkelerin anlaşılıp yorumlanmasında akılcılığı temel almasıyla tanınmıştır. Vasıl bin Ata, büyük günah konusunda hocası Hasan el-Basri’nin (öl. 728) görüşlerine önce karşı çıkmış sonra da ondan ayrılarak kendi ekolünü kurmuştur. Hocasının ders halkasından ayrıldığı için bunlara “ayrılanlar” anlamında “Mu’tezile” denilmiştir. Bu mezhebin hem siyasi hem de itikadi görüşleri vardır. İnsanın kendi kaderini kendisinin oluşturduğuna inandıkları için Mu’tezile mezhebine “Kaderiye” de denilmiştir.(Dinî Terimler Sözlüğü, s. 253.) Bu mezhep, insan özgürlüğüne çok önem vermiştir. Tevhit, adalet, va’d ve vaîd, el-menziletü beynel menzileteyn, emri bil ma’ruf nehyi anil münker Mu’tezile mezhebinin görüşlerini özetleyen temel esaslardır. Mesela Mu’tezilenin adalet anlayışına göre, Allah insanı yaptıklarından sorumlu tutmuştur. Çünkü insan, fiillerini tamamen kendi özgür iradesiyle gerçekleştirir. Allah’ın, insanın eylemlerinde hiçbir etkisi yoktur. Eğer insanın fiillerinde Allah’ın rolü olsa insanın davranışlarından sorumlu tutulması adalete aykırı olurdu. Va’d ve vaîd kavramına göre Yüce Allah, adaletinin gereği olarak inanıp iyi işler yapanları ahirette mükâfatlandıracak, kötülük yapanları da cezalandıracaktır. el-Menziletü beynel menzileteyn: Büyük günah işleyen kimse ne mümin ne de kâfirdir. Böyle kimseler cennet ile cehennem arasında bir yerde kalacaklardır. Emri bil ma’ruf nehyi anil münker ise iyiliği emretmek, kötülükten de sakındırmak demektir. Mu’tezileye göre bu, her Müslümana farzdır.(Şerafettin Gölcük, Kelam Tarihi, s. 43-48.)
Maturîdilik
Maturîdilik, Ebu Mansur Muhammed Maturîdî (öl. 944)’nin görüş ve düşünceleri çerçevesinde ortaya çıkıp yayılmış bir itikadi mezheptir. Semerkant’ın Maturid kasabasında dünyaya gelen İmam Maturîdi, döneminin âlimlerinden dersler almış; özellikle tefsir, hadis, fıkıh, kelam alanlarında uzmanlaşmıştır. En önemli eserleri Kitabu’t-Tevhid ve Te’vilatü’l-Kur’an’dır.
Maturîdi mezhebinin belli başlı görüşleri şöyle sıralanabilir:
* Dinin anlaşılıp yorumlanmasında akıl çok önemlidir.
* Allah’ın varlığı, birliği, sıfatları, cennet, cehennem gibi konular akılla ispat edilebilir.
* İman kalp ile tasdik ve dil ile ikrardır. Kişinin Müslüman sayılabilmesi için kalpten iman etmesi, diliyle de bunu ifade etmesi gerekir.
* Amel, imanın parçası değildir. Bundan dolayıdır ki günah işleyen mümin dinden çıkmaz.
* İnsan, kendisine peygamber gönderilmese bile aklıyla Allah’ın varlığını kavrayıp ona iman etmekle mükelleftir.
* Peygamberler bildirmese de iyi ve kötü akılla bilinebilir.(Ethem Ruhi Fığlalı, Çağımızda İtikadi İslam Mezhepleri, s. 76-86; Şerafettin Gölcük, Kelam Tarihi, s. 78-81.)
Eş’arîlik
Eş’arîlik, Ebul Hasan Eş’arî (öl. 936)’nin görüş ve fikirleri etrafında ortaya çıkmış bir düşünce ekolüdür. İmam Eş’arî kırk yaşına kadar Mu’tezile mezhebinin görüşlerini benimsemiş, daha sonra o görüşleri terk etmiştir. Zamanla kendi düşüncelerini ortaya koymuş, fikirleri İslam dünyasında pek çok kişi tarafından benimsenmiş ve Eş’arîlik ekolünün temellerini oluşturmuştur. Eş’arîliğin temel görüşleri şöyle özetlenebilir:
* İman, marifet (bilgi) ve kalp ile tasdiktir.
* Kendilerine kitap ve peygamber gönderilmeyen insanlar Allah’ın varlığını bilmekle, Yüce Yaratıcı’ya iman etmekle mükellef değildirler.
* İyi ve kötü akılla bilinemez, sadece vahiyle bilinebilir.
* Büyük günah işleyen kişi dinden çıkmaz ancak günahkâr olur.
* Dinin emir ve yasaklarından sorumlu olmak için akıl yeterli değildir. Kişinin iman ve ibadetlerden,
dinî buyruklardan sorumlu olması için peygamberlerin tebliğinin ona ulaşması gerekir.(Şerafettin Gölcük, Kelam Tarihi, s. 73-76.)