Yüce Allah tarih boyunca birçok peygamber göndermiştir. Peygamberler, insanları Allah’ın varlığına ve birliğine inanmaya çağırmışlar, onlara kötülüklerden uzak durmayı öğütlemişlerdir. Tıpkı diğer peygamberler gibi Hz. Muhammed (s.a.v.) de insanları Yüce Allah’a inanıp güzel davranışlarda bulunmaya çağırmıştır. Ancak hiçbir peygamber inanç konusunda kimseyi zorlamamış, kimseye baskı yapmamıştır. Çünkü inanç, gönülden gelir ve sevgiyle olur. İnsanları dine inanmaya zorlamak, dinin özüyle ve peygamberlerin uygulamalarıyla bağdaşmaz.
Rabb’imiz insanlara akıl ve düşünme yeteneği vermiş; onları iyiye, güzele yönlendirmek için peygamberler, kutsal kitaplar göndermiştir. İnsanları herhangi bir dini benimseme konusunda özgür bırakmıştır. Yüce kitabımız Kur’an’da yer alan bir ayette, “Dinde zorlama yoktur. Artık doğrulukla eğrilik birbirinden ayrılmıştır…” buyrularak bu durum açıkça ifade edilmiştir. Aynı konuyu dile getiren başka bir ayette ise Rabb’imiz, “De ki: Hak Rabb’inizdendir. Öyleyse dileyen iman etsin. Dileyen inkâr etsin…” buyurmuştur. İnsanların inanmaya veya inkâr etmeye kendi hür iradeleriyle karar vermesi gerektiğine dikkat çekilmiştir.
İnsana bir konuda baskı yapmak, onun özgürlüğünü ortadan kaldırdığı gibi sorumluluğunu da yok eder. Çünkü baskının olduğu yerde istek ve irade olmaz. Kişi zorlandığı şeye istemeden yönelir. Ancak ona karşı içinden bir nefret beslemeye başlar. İşte din konusundaki baskının diğerlerinden daha tehlikeli olması bundandır. Din konusundaki baskı, insanların dinden soğumasına, uzaklaşmasına da neden olabilmektedir.İnsan, davranışlarında özgürdür. İsterse iyiyi, isterse kötüyü seçer. Din konusu da kişinin özgür iradesiyle karar vermesi gereken bir durumdur. Bu karar zorlamayla, baskıyla verilirse insanlar ikiyüzlülüğe yönlendirilmiş olur. Bu da hem insanın temel hak ve özgürlüklerine hem de dinimize aykırıdır. Dinimiz insanların inançlarına ve tercihlerine saygılı olmayı öğütler. Herhangi bir düşünceyi, inancı benimseme konusunda başkalarına baskı yapmayı hoş görmez. Yüce Allah, Kur’an’da Peygamberimize hitaben, “… Sana ancak (Allah’ın emirlerini) tebliğ etmek düşer…”, “O hâlde (Resulüm), öğüt ver. çünkü sen ancak öğüt vericisin. Onların üzerinde bir zorba değilsin.” buyurarak bu gerçeği açıkça ifade etmiştir. Sevgili Peygamberimiz Hz. Muhammed (s.a.v.) de çeşitli hadislerinde dinde zorlama olamayacağını vurgulamıştır. Örneğin bir hadisinde, “Ben müjdeleyici ve kolaylaştırıcı olarak gönderildim. Zorlayıcı ve nefret ettirici olarak değil.” buyurmuştur. Böylece İslam dininin zorlama ve nefreti değil, sevgiyi ve kolaylığı amaç edindiğini açıkça ortaya koymuştur. Peygamber Efendimiz (s.a.v.) Medine’ye hicret ettiğinde, burada yaşayan Yahudilerle, din ve inanç hürriyetini de güvence altına alan bir anlaşma yapmıştır. Bütün bunlar, İslamiyetin din ve vicdan özgürlüğüne önem verdiğini göstermektedir.
Temel insan hakları içerisinde din, inanç, düşünce ve vicdan özgürlüğü önemli bir yer tutar. Bu özgürlükler de tam manasıyla laik, demokratik devlet düzeninde sağlanabilir. Laiklik; din ve devlet işlerinin birbirinden ayrılması, din ve vicdan özgürlüğünün gerçekleşmesi bakımından devletin yansız olmasıdır. Laiklik ilkesine göre devlet ne bir dinin yanında ne de karşısındadır. Devlet, bireyleri bir dine inanma ya da inanmama konusunda özgür bırakır. Kimsenin inancına, ibadetine karışmaz. Ancak bireylerin istediği dine inanmalarını ve inançlarının gereğini özgürce yerine getirebilmelerini yasalarla güvence altına alır. Bu konuda Anayasa’mızın 24. maddesinde şu hüküm bulunur: “Herkes vicdan, dinî inanç ve kanaat hürriyetine sahiptir… Kimse ibadete, dinî ayin ve törenlere katılmaya, dinî inanç ve kanaatlerini açıklamaya zorlanamaz; dinî inanç ve kanaatlerinden dolayı kınanamaz ve suçlanamaz…”
Laiklik ilkesi devlet yönetiminde aklın ve bilimin esas alınmasını öngörür. Buna göre devlet, yönetime ilişkin ilkelerin belirlenmesinde, hazırlanmasında yasaları esas alır. Ayrıca laiklik ilkesi, devlet yönetiminde millî egemenliğin esas alınmasını da öngörür. Bu ilke gereğince tüm yurttaşlar yasalar önünde eşittir ve yöneticilerini kendi oylarıyla seçerler. Böylece herkes dolaylı olarak yönetime katılmış olur.
Laiklik ilkesi yalnızca devlet yönetiminde değil, her alanda aklın ve bilimin esas alınmasını öngörür.
Din ve vicdan özgürlüğü laiklik ilkesinin bir gereğidir. Atatürk bu durumu bir sözünde şöyle ifade etmiştir: “Laiklik, yalnız din ve dünya işlerinin ayrılması demek değildir. Bütün yurttaşların vicdan, ibadet ve din özgürlüğünü de üstlenmek demektir…” (1) Atatürk bir başka sözünde de “Türk devleti laiktir ve her yetişkin dinini seçmekte serbesttir.” (2) diyerek ülkemizde herkesin dininde özgür olduğunu ifade etmiştir.
Toplumda din ve vicdan özgürlüğü güvence altına alındığında, herkes barış ve huzur içinde yaşama imkânı bulur. İnsanlar birbirlerinin düşüncesine, inancına saygıyla yaklaşır. Toplumsal ilişkilerde hoşgörü ve güven egemen olur. Çünkü din ve vicdan özgürlüğü toplumsal barışın sağlanmasına hizmet eder.
Atatürk din ve vicdan özgürlüğünün insanın en temel haklarından olduğuna inanıyordu. Nitekim o, din ve vicdan özgürlüğüne verdiği önemi çeşitli konuşmalarında dile getirmiştir. Bu konuyla ilgili düşüncelerini bir sözünde şöyle ifade etmiştir: “Herkes istediğini düşünmek, istediğine inanmak, kendine göre bir siyasi fikre sahip olmak, seçtiği bir dinin şartlarını yerine getirmek veya getirmemek hak ve özgürlüğüne sahiptir. Kimsenin fikrine ve vicdanına egemen olunamaz.”
Laiklik ilkesi gereğince devlet, din ve vicdan özgürlüğünü güvence altına aldığı gibi dinî inanç ve duyguların istismar edilmesine de izin vermez. Atatürk de dinin istismar edilmesine ve taassuba karşı çıkmıştır. O, bu tutumunu bir sözünde şöyle ifade etmiştir: “Softa sınıfının din simsarlığına izin verilmemelidir. Dinden maddi menfaat temin edenler iğrenç kimselerdir. İşte bu duruma karşıyız ve buna izin vermiyoruz.” Başka bir sözünde de “Taassup cahilliğe dayanır. Bundan dolayı taassubu olan cahildir. İlim mutlaka cahilliği yener. O hâlde halkı aydınlatmak gerekir.” demiştir.
Cumhuriyetimizin kurucusu Atatürk, dine önem veren ve dinin gerekliliğine inanan bir insandı. Bu nedenle o bir sözünde, “Din lüzumlu bir müessesedir, dinsiz milletlerin devamına imkân yoktur…” demiştir. Atatürk bir başka sözünde de dinin önemini şöyle belirtmiştir: “Din, insanların gıdasıdır. Dinsiz adam, boş bir eve benzer. İnsana hüzün verir; kesinlikle bir şeye inanacağız. Bu, dinlerin en sonuncusu, elbette en mükemmelidir. İslam dini hepsinden üstündür.”
Atatürk çeşitli konuşmalarında dinimizin çalışmaya verdiği önem üzerinde durmuş, milletimize bu konuda bazı öğütlerde bulunmuştur. Bir sözünde şöyle demiştir: “Allah’ın emri çok çalışmaktır… Çalışmak demek boşuna yorulmak, terlemek değildir. Zamanın gereklerine göre ilim ve fenden, her türlü medeni buluşlardan azami derecede yararlanmak zorunludur.”