Oruç, İslam’ın beş temel şartından biri olarak sorumluluk çağına gelmiş olan Müslümanların, ibadet niyetiyle imsak vaktinden itibaren güneşin batışına kadar yemeden, içmeden ve cinsel yakınlıktan uzak durmalarıdır. Oruç bütün Müslümanlara farz kılınmış bir ibadettir. Çünkü kutsal kitabımız Kur’an-ı Kerim’de yer alan bir ayette bu ibadet açıkça emredilmiştir. Yüce Rabb’imiz bu konuyla ilgili olarak Bakara suresinde, “Ey iman edenler! Allah’a karşı gelmekten sakınmanız için oruç, sizden öncekilere farz kılındığı gibi size de farz kılındı…” buyurmuştur. Bu ayete göre oruç, bizden önceki topluluklara da farz kılınmıştır. Dolayısıyla oruç sadece Hz. Muhammed’in (s.a.v.) ümmetine farz kılınmış bir ibadet olarak görülmemelidir.
İslam’a göre akıllı, sağlıklı, ergenlik çağına gelmiş her Müslüman ramazan ayında oruç tutmakla yükümlüdür. Oruç, Allah (c.c.) rızası için tan yerinin ağarmasından başlayarak güneş batıncaya kadar gün boyu hiçbir şey yiyip içmemek ve bazı bedenî arzulardan uzak durmak suretiyle yerine getirilir.
Oruç bedenle yerine getirilen bir ibadettir. Oruç tutan kimse diğer zamanlarda serbest olan birçok şeyden, ibadet maksadıyla gün boyunca uzak durur. Sırf Allah’ın (c.c.) emrini yerine getirmek için çok acıksa veya susasa bile yemek yemez, su içmez. Bu da insana Allah’ın rızasını ve hoşnutluğunu kazandırır.
Güneş batıp ezan okununca bir günlük oruç ibadeti tamamlanmış olur. Okunan ezanla birlikte oruç açılır, iftar edilir. Dinimize göre ezan okunduktan sonra oruç açmayı geciktirmek uygun değildir.
Oruç ibadeti gün boyunca aç ve susuz kalmayı gerektirir. Bu nedenle oruç tutacak Müslümanların sağlık durumlarının uygun olması şarttır. Oruç tutamayacak kadar hasta olanlar bu ibadetle yükümlü değildirler. Böyle kimseler ekonomik durumları iyiyse tutamadıkları her günün orucu için bir fakiri doyururlar. Ya da bunu karşılayacak miktarda yemek parasını bir fakire verirler. Dinimizde buna fidye adı verilir.
Geçici bir hastalık, yolculuk vb. nedenlerden dolayı ramazan orucunu tutamayan Müslümanlar, daha sonra tutamadıkları gün sayısınca oruç tutarlar. Dinimizde buna kaza orucu denir. Bu konuyla ilgili olarak Yüce Rabb’imiz, Bakara suresinde, “Oruç sayılı günlerdedir. Sizden kim hasta ya da yolculukta olursa tutamadığı günler sayısınca başka günlerde tutar. Oruca gücü yetmeyenler ise bir yoksulu doyurur, fidye verir. Bununla birlikte gönülden kim bir iyilik yaparsa (mesela fidyeyi fazla verirse) o kendisi için daha hayırlıdır. Eğer bilirseniz oruç tutmanız sizin için daha hayırlıdır.” buyurmuştur. Bu ayetten de anlaşılacağı gibi dinimiz oruç tutamayacak durumda olanlara çeşitli kolaylıklar sağlamıştır. Sebepsiz yere, bilerek ve kasten bozulan ramazan orucunun yerine ise kamerî aya göre aralıksız iki ay bir gün oruç tutulur. Buna kefaret orucu denir.
Ramazan ayının dışında tutulan bazı oruçlar da vardır. Bunlar farz değildir. İsteğe bağlı olarak yerine getirilir. Örneğin Yüce Allah’ın hoşnutluğunu kazanmak amacıyla tutulan oruca, nafile oruç adı verilir. Bazen bir işimizin olması ya da bir dileğimizin gerçekleşmesi karşısında, oruç tutacağımıza dair Yüce Allah’a dua edip ona söz veririz. Dileğimiz gerçekleştiğinde, söz verdiğimiz gibi orucumuzu tutmamız gerekir. Buna adak orucu denir.
Akıllı ve ergenlik çağına gelmiş Müslümanların yapmakla yükümlü olduğu ibadetlerden biri oruçtur. Kur’an-ı Kerim’de oruç ibadetinin farz olduğu şöyle belirtilmiştir: “Ey iman edenler! Kötülüklerden ve haramlardan korunmanız için oruç tutmak, sizden öncekilere farz kılındığı gibi size de farz kılındı. (Bakara suresi, 183. ayet.) Başka bir ayetinde de Allah (c.c.), “Öyleyse içinizden kim bu aya (Ramazana) ulaşırsa onu oruçla geçirsin…” (Bakara suresi, 185. ayet.) buyurarak Ramazan ayında oruç tutmayı Müslümanlara emretmiştir.
Oruç, sözlükte bir şeyden uzak durmak, bir şeye karşı kendini tutmak, engellemek anlamlarına gelir. Dinî bir terim olarak ise ibadet niyetiyle imsak vaktinden güneşin batışına kadar yeme, içme ve orucu bozan her türlü hareketten kendini alıkoymadır. Bilerek bir şey yiyip içen veya cinsel ilişkide bulunan kimsenin orucu bozulur ve bu orucu kefaretiyle birlikte sonradan tutması gerekir. Bir kişi unutarak bir şey yiyip içerse orucu bozulmaz ama hatırladığı an yiyip içmeyi bırakmalıdır.
Ramazan orucuna niyetlendikten sonra mazeretsiz olarak orucunu bozan kimsenin kefaret olarak aralıksız iki ay oruç tutması ve ardından bozduğu orucun kazasını yapması gerekir.
Hastalar, yolculuğa çıkanlar, hamileler, yeni doğum yapmış ve çocuk emziren anneler isterlerse oruç tutmayabilirler. Bu konuyla ilgili yüce Allah (c.c.) şöyle buyurmuştur: “ Sizden kim hasta ya da yolculukta olursa, tutamadığı günler sayısınca başka günlerde tutar…” (Bakara suresi, 184. ayet.) Allah (c.c.) bir kimseye kaldıramayacağı yükü vermeyeceği için her işte bir kolaylık sağlamıştır. Nitekim bir başka ayetinde “…Allah size kolaylık diler, zorluk dilemez.” (Bakara suresi, 185. ayet.) buyurarak insanlara özel durumlarından ötürü zorluk çıkarmamıştır. Böyle durumlarda Ramazan ayından sonra kişinin oruç tutamadığı gün sayısınca diğer günlerde orucu tutması gerekir. Buna kaza orucu adı verilir. Oruç tutmaya gücü yetmeyecek derecede yaşlı olanlara veya tedavisi mümkün olmayan hastalara da kolaylık tanınmıştır. Bu kimseler kaza etmekten ümitlerini keserlerse oruçsuz geçirilen her gün için fidye öderler. Oruç fidyesi ise bir yoksulun bir günlük yiyecek ihtiyacını karşılamaktır. Bu konuyla ilgili yüce Allah (c.c.) şöyle buyurmuştur: “ …oruç tutmaya güçleri yetmeyenler ise bir fakiri doyuracak fidye verir. Bununla beraber kim gönüllü olarak hayır yaparsa, bu kendisi için daha iyidir. Eğer bilirseniz güçlüğüne rağmen oruç tutmanız sizin için daha hayırlıdır…” (Bakara suresi, 184. ayet.)
Farz ve vacip oruçların dışında isteğe bağlı tutulan oruçlara nafile oruç denir. Nafile oruçlardan biri de Muharrem orucudur. Peygamberimiz (s.a.v.) Ramazan ayından sonra en faziletli orucun, Muharrem orucu olduğu söylemiş (bk. Müslim, Sıyam, 202-203.) ve bu ayın dokuz, on ve on birinci günlerini oruçlu geçirmeyi Müslümanlara tavsiye etmiştir (bk. Buhârî, Savm, 69.). Alevilikte Muharrem ayının ilk on iki günü oruçlu geçirilir. Bu günlerde Kerbela’da Hz. Hüseyin’in (r.a.) ve evladının susuz bırakılmasından dolayı su içmez, eğlenmez ve kurban kesmezler. Oruç tuttuktan sonraki on üçüncü günü Kerbela Olayı’ndan sağ olarak kurtulan Hz. Hüseyin’in oğlu Zeynü’l-Abidin anısına şükran kurbanı keser ve aşure dağıtırlar.
Oruç tutmak sadece belli bir süre yemekten, içmekten ve cinsel arzulardan kendini alıkoymak değildir. Oruç aynı zamanda insanın iradesini terbiye edip kendisini kötülüklerden korumasıdır. Nitekim Sevgili Peygamberimiz (s.a.v.) bu konuda, “Her kim yalan söylemeyi ve yalanla iş görmeyi bırakmazsa, Allah onun yemesini, içmesini bırakmasına değer vermez.” (Buhârî, Savm, 8.) buyurarak oruç tutmanın sadece aç kalmak olmadığını ifade etmiştir. Ayrıca başka bir hadisinde de “Oruç bir kalkandır; sakın bir kimse oruçluyken cahillik edip de kötü söz söylemesin. Birisi sataşır veya kötü söz söyleyecek olursa ‘Ben oruçluyum, ben oruçluyum’ desin.” (Buhârî, Savm, 9; Müslim, Sıyam, 30.) buyurarak Müslümanları bu konuda uyarmıştır. Orucun cehennem ateşine kalkan olacağı konusunda yine Peygamberimiz (s.a.v.) “Kalkan savaşta sizi koruduğu gibi oruç da cehennem ateşinden korur.” (İbni Mâce, Savm, 1.) buyurarak kötü iş ve davranışlardan sakınıldığı takdirde oruçlu bir kimsenin cehennem ateşinden korunacağını belirtmiştir.
Oruç, kendisini nefsani isteklerinden uzak tutmaya çalışan bir kimsenin iradesini kontrol altına almasına yardımcı olur. İnsana sabrı öğretir ve onun iradesini güçlendirir. Böylece sabırlı olmayı öğrenen bir kimse hayatta karşısına çıkabilecek güçlüklere karşı koyabilir, acılara ve sıkıntılara dayanabilir. Kur’an-ı Kerim’de yüce Allah (c.c.) “…Sabredenlere, ecirleri hesapsız olarak tastamam verilir.” (Zümer suresi, 10. ayet.) buyurarak Müslümanları sabırlı olmaya teşvik etmiştir. Ayrıca “Oruç sabrın yarısıdır.” (Tirmizî, Da’avât, 86.) diyen Peygamberimiz (s.a.v.) de orucun sabırlı olmayı öğrettiğini ifade etmiştir.
Oruç tutan bir insanın merhamet duyguları gelişir. Aç bir insanın imtihanını ve sıkıntılı halini anlayarak daha duyarlı olur. Bu nedenle ihtiyaç sahiplerine daha çok yardım etmeye özen gösterir. İftar davetleri, birlikte kılınan teravih namazları, okunan mukabeleler Müslümanların kaynaşmasını sağlar.