İmanın artması ve eksilmesi konusuna iki açıdan bakılabilir.
1. İman, inanılması gereken hususlar açısından artmaz ve eksilmez. Çünkü bir kimse inanılacak esasların hepsini kabul etse fakat bir veya birkaçına inanmasa, mesela meleklere veya namazın farz oluşuna yahut adam öldürmenin haramlığına inanmasa iman etmiş sayılmaz. İman edilecek esaslardan birini kabul etmeme durumunda iman gerçekleşmemiştir ki artması veya eksilmesi söz konusu olsun. Herkes aynı şeylere iman etmekle yükümlüdür. İnanılacak esaslar konusunda âlimle cahil, peygamberle peygamber olmayan, kadınla erkek arasında hiçbir fark yoktur. İmam Ebû Hanîfe, bu konuda şu güzel açıklamayı yapar: “İman artmaz eksilmez. Çünkü imanın artması, ancak küfrün eksilmesi ile imanın eksilmesi de ancak küfrün artmasıyla mümkün olabilir. Bir şahsın aynı anda hem mümin hem de kâfir olması ise yanlış bir düşünce şeklidir.”11
2. İman, nitelik yönünden yani güçlü veya zayıf olma açısından artma ve eksilme gösterir. Kiminin imanı kuvvetli ve olgun, kiminin ki ise zayıftır. İman kişide işitme ve düşünmeye bağlı bilgi ve inanç ( ilme’l-yakîn ) seviyesinde olabildiği gibi görmeye dayalı bilgi ve inanç (ayne’l-yakîn ) ve yaşamaya ve iç tecrübeye dayalı bilgi ve inanç ( hakka’l-yakîn) seviyesinde de olabilir. İmanda bu çeşit bir farklılığın bulunduğuna ayet ve hadislerde de işaret edilir. Mesela Hz. İbrahim ölüleri nasıl dirilttiğini göstermesini Allah’tan (c.c) istemiş, Yüce Allah’ın İnanmadın mı? Hayır inandım fakat kalbimin mutmain olması için görmek istedim12 cevabını vermiştir. Böylece onun Allah’ın (c.c) ölüleri nasıl dirilttiğini gördükten sonraki imanının önceki imanından daha kuvvetli olduğu belirtilmiştir.
10. Komisyon, TDV İlmihali, “İman ve İbadetler”, C 1, s. 75.
11. Ebû Hanîfe, “Ebû Hanîfe’nin Vasiyyeti”, İmâm-ı Azam’ın Beş Eseri içinde, s. 73.
12. bk. Bakara suresi, 260. ayet.