İnsanın fıtratı doğduğunda tertemiz bir sayfa gibidir. Üzerinde olumsuz hiçbir leke ve iz yoktur. Ayrıca ona dünyada geçireceği güzel bir hayat için bazı donanımlar, bazı duygular potansiyel olarak yüklenmiştir.
İlah anlayışı ilkel dinlerde ve diğer inanç sistemlerinin hemen hepsinde vardır. Her insan Allah’ın (c.c) varlığını içinde hisseder. İnkârın doruk noktasına ulaşmış kişinin bile büyük bir felâketle karşılaştığı zaman taşa, toprağa veya ağaca sığındığı görülmemiştir.5 En modern toplumlardan en ilkel kabilelere varıncaya kadar her seviyeden insanın bir yüce varlığa inanma ihtiyacı hissetmesi, bu inancın insanın doğasında var olduğunun en bariz örneklerindendir. Allah (c.c) inancı, bir yüce varlığa ibadet etme ihtiyacı ve bir dinî inanca eğilim insanda daima var olmuştur. Batılı düşünürlerin birçoğuna göre bu duygunun var oluşu psikolojik, sosyolojik, ekonomik ve coğrafi vb. çeşitli sebeplere bağlanmış ise de Müslüman âlimlerin genel kabulüne göre Allah (c.c) inancı insanın doğasında vardır.
Nitekim ilk insan olan Adem’in (a.s)* yaratılışından önce Allah (c.c) ile melekler arasında geçen konuşmada6 Adem’in (insanın) Allah’ın (c.c) halifesi olarak yaratılacağı bildirilmektedir. Böyle ulvî bir görev üstlenen insanın buna uygun donanımla yaratılması tabiîdir.
Çevremizdeki insanları gözlemlediğimizde özellikle küçük yaşlardaki çocukların kendilerine anlatıldığı takdirde Allah inancını doğal olarak kabul ettiklerini görebiliriz. Buna karşı bu inancı benimsemeyenlerin daha ileri yaş insanlar olduğunu da tespit edebiliriz. Onların bu inkârlarının temelinde ya bir ideolojik saplantının veya aldıkları eğitimlerin kısacası dış bir tesirin olduğunu biraz inceleyince fark etmemiz mümkündür. Bunun sebebi Allah inancının fıtrat diye isimlendirilen insanın doğal yaratılış özelliklerine uygun olmasından kaynaklanmaktadır.
Kendisini inançsız olarak tanıtan bazı kimselerin kaza, doğal felaket, büyük acı ve travmalar karşısında “Allah Allah” diye yalvardıkları, “Allah korusun” şeklinde dua ederek Allah’a sığındıkları sıkça görülen bir durumdur.
Özetle diyebiliriz ki Allah’a inanma duygusu her insanda doğuştan vardır. Her insan çevresinde gördüklerinin bir sahibi olduğuna, tüm bunları var eden bir yüce yaratıcı olduğu inancına eğilimli doğar. Ancak insan doğru bir yaratıcı anlayışına ulaşamazsa bu ihtiyacını farklı şekillerde gidermeye çalışmakta ve kendisinden daha düşük varlıklara ilah diye tapabilmektedir. Dinler tarihi bunun sayısız örnekleriyle doludur. Bu yüzden müminler üzerine bir sorumluluk yüklenmiş ve doğru inancın tüm insanlığa ulaştırılması anlamındaki tebliğ tüm inananlara farz kılınmıştır.
3. A’râf suresi, 158. ayet.
4. bk. Buhârî, İman, 1; Müslim, İman, 22.
5. Bekir Topaloğlu, “Allah”, TDV İslam Ansiklopedisi, C 2, s. 471.
6. bk. Bakara suresi, 30. ayet.
7. Müslim, Kader, 25; Buhârî, Cenâiz, 92; Ebû Dâvûd, Sünnet, 17.
8. Yunus suresi, 22. ayet.
9. Cengiz Yağcı, “Allah”, Şamil İslam Ansiklopedisi, C 1, s. 112.
Hdndndn