Dinler Tarihinin Temel Kaynakları Nelerdir?

İslam tarihinde diğer dinler hakkında bilgi verme geleneği Kur’an-ı Kerim’le başlar. Kur’an; Yahudiler, Hıristiyanlar, Sabiîler ve Mecusilerden söz etmektedir. Bu bilgiler, Müslüman âlimleri diğer din ve inançlar hakkında araştırma yapmaya ve onlarla ilgili eserler ortaya koymaya yönlendirmiştir.

İslam dünyasında diğer dinlerle ilgili çalışmalar hicri ilk asırda başlamıştır. Bu dönemin bir ürünü olan “el-Fırak” ve “er-Redd” tarzı eserler, dinleri tarafsız olarak ele almadığı ve nesnel olmayan yaklaşımları nedeniyle modern Dinler Tarihi’nin amaç ve metotlarına aykırıdır.

Abdulkahir el-Bağdâdî’nin (ö. 1037) “el-Fark Beyne’l-Fırak” ile Gazâli’nin (ö. 1111) “er-Reddü’l-Cemîl” adlı eserleri bu tür çalışmalar arasında sayılır. Aynı dönemlerde diğer dinleri objektif olarak inceleyen çalışmalar da yapılmıştır. Bunun en güzel örnekleri Bîrûnî’nin (ö. 1048) “Tahkîku Mâ li’l-Hind” ile Ebu’l-Meâli Muhammed b. Ubeydullah’ın (ö. 1092) “Beyânü’l-Edyan” adlı eserleridir. Özellikle Bîrûnî’nin adı geçen eseri, modern Dinler Tarihi bilimi için çok önemlidir. Bîrûnî, Müslüman bir âlim olarak diğer dinler konusunda objektif davranabilmiştir.

Sonraki dönemlerde din çalışmaları “el-milel ve’n-nihal” tarzına dönüşmüştür. Vahye dayanan dinler için “milel” (dinler, milletler), diğer dinler için de “nihal” (yollar, mezhepler) terimleri kullanılmıştır. Milel- nihal tarzının en iyi örnekleri arasında İbn Hazm’ın (ö. 1064) “Kitâbu’l-Fasl fi’l-Milel ve’l-Ehvâi ve’n-Nihal” ile Şehristanî’nin (ö. 1153) “el-Milel ve’n-Nihal” isimli eserleri sayılabilir. Özellikle Şehristanî’nin adı geçen eseri, yüzyıllar boyu bilim çevrelerinde kaynak kitap olarak kullanılmıştır.13 Osmanlı’da Tanzimat Dönemine kadar “el-milel ve’n-nihal” ile “kısas-ı Enbiyâ” tarzı eserler veya bunların tercümeleri ön plandadır. Dinler Tarihi, bilim dalı olarak 19. yüzyılın ikinci yarısından itibaren modernleşme hareketlerinin de etkisiyle, eğitim kurumlarında yer almaya başlamıştır.

Batı’da Dinler Tarihi, akademik bir disiplin olarak ilk kez Batı Avrupa’da ortaya çıkmış, 19. yüzyılın sonlarına doğru İsviçre, Hollanda ve Belçika üniversitelerinde Dinler Tarihi kürsüleri kurulmuştur. Bu kürsülerin kurulmasında sadece bilimsel kaygılar değil ideolojik çatışmalar, siyasal projeler ve oryantalist bakış açısı belirleyici olmuştur. Bazı Avrupa ülkelerinde devletlerin laikleşmesi sonucunda dinî konuların öğretilmesi ve araştırılması kilisenin tekelinden çıkmıştır. Bu da Dinler Tarihi çalışmalarına hız kazandırmıştır.

Batı’da Dinler Tarihi kürsülerinin kurulmasına karşı en sert muhalefet, Katolik Kilisesi tarafından yapılmıştır. Kilise, hem bilgi üzerindeki hâkimiyetini hem de toplum nezdindeki itibarını kaybetmek istemediği için Dinler Tarihi çalışmalarına karşı çıkmıştır. Kilise, bu çalışmaların Hıristiyanlığın temelini sarsacağı ve inananların zihninde şüphe uyandıracağı endişesini taşımıştır. Nitekim Kilise endişesinde de haklı çıkmıştır. 20. yüzyılda Kitâb-ı Mukaddes, Kilise ve Hıristiyan dogmalarının tarihsel eleştiriye tabi tutulması, Hıristiyanlığı temelinden sarsmış, Hıristiyanlığın, diğer dinler gibi bir din olduğu, başka düşünce sistemlerinin ve dinlerin tesiri altında kaldığı ortaya konulmuştur. Bazı Avrupa ülkelerinde Dinler Tarihi kürsünün kurulmasını destekleyenler, aynı zamanda sömürgeci anlayışın savunucuları olmuştur. Dünyanın çeşitli bölgelerinde sömürgeleri ve yoğun ticari ilişkileri bulunan ülkeler, kendi çıkarlarına hizmet edecek, Doğu dilleri, kültürleri ve dinleri konusunda uzmanlara ihtiyaç duymuştur. Bu uzmanların oryaya koyduğu çalışmalar sayesinde sömürülen halkların üzerinde hâkimiyet kurmak daha kolaylaşmıştır.

Dinleri inceleme konusu yapmak için ilk önce “Dinler Bilimi” tabiri kullanılmıştır. Dini çok yönlü incelemeyi amaçlayan bu yaklaşım çok genel ve iddialı bulunmuştur. Bunun yerine dinleri objektif ve tasviri olarak incelemeyi amaçlayan “Dinler Tarihi” tabiri kullanılmaya başlanmıştır. Dinleri objektif ve tarafsız incelemeyi amaç edinen “Dinler Tarihi” çalışmaları, başlangıçta dinlere katı bir tarihçi mantığıyla bakmaya başlamıştı. Daha sonra dinler hakkında yalnızca tarihî bilgiler vermekle yetinmeyip aynı zamanda dinî duygu, yaşantı, tutum ve tavırları ele almayı amaçlayan “Karşılaştırmalı Dinler Tarihi” tabiri ortaya çıkmıştır. Katı dinler tarihçiliğinden kaçışı ifade eden diğer bir kavram ise “Din Fenomenolojisi”dir. Din Fenomenolojisi, dinin tarihî boyutunu göz ardı ederek derin anlamını yakalamayı amaç edinmiştir. Böylece ele aldığı konuyu herhangi bir yargıya varmadan betimlemeyi amaçlamıştır.

Yorum yapın