Hırsızlık yapmak, başkasının hakkını yemektir. Hakkı olmayan bir şeyi, başkasına ait bir malı izinsiz almak yani hırsızlık, insan onuru ile bağdaşmayan kötü bir davranıştır. Hırsızlık toplumdaki huzur ve güvene zarar verir, insanları endişeye sevk eder. Bireylerin kendini güvende hissetmemesine sebep olur. Bir toplumda hırsızlık yaygınlaşırsa hiç kimse evinde rahat uyuyamaz. Hırsızlık toplumda birlik ve beraberliği, kardeşliği engeller. Kavgaların hatta cinayetlerin artmasına sebep olur. Hırsızlık insanları haksız kazanca yönlendirir, tembelliğe, kolay para kazanmaya alıştırır, toplumda üretimi ve gelişmeyi engeller. Bütün bu sebeplerle hırsızlık dinimizde haramdır.
Yüce dinimiz İslamiyet başta hırsızlık olmak üzere her türlü haksız kazancı yasaklar. Kur’an-ı Kerim’de Rabb’imiz (c.c.) şöyle buyurur: “Ey iman edenler! Karşılıklı rızaya dayanan ticaret olması hâli müstesna, mallarınızı, batıl (haksız ve haram yollar) ile aranızda (alıp vererek) yemeyin. Ve kendinizi öldürmeyin. Şüphesiz Allah, sizi esirgeyecektir.” (Nisâ suresi, 29. ayet.) Peygamber Efendimiz (s.a.v.) de bir hadisinde, “Kim haksız iddiada bulunur, kendisinin olmayan bir şeyi kendisinin yapmaya çalışırsa bizden değildir. O, cehennemdeki yerine hazırlansın.” (İbn-i Mâce, Ahkâm, 6.) buyurarak hırsızlık yapanların cehennemde ceza göreceklerini belirtmiştir.
Kur’an-ı Kerim’de hırsızlık açık bir şekilde yasaklanır ve hırsızlık yapan kişilerin cezalandırılması emredilir. (Mâide suresi, 38. ayet.) Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed (s.a.v.) de hırsızlığın toplumları felakete sürükleyen büyük bir kötülük olduğunu ifade etmiştir. Bu kötülüğü işleyenlerin mutlaka hak ettiği cezayı görmesi gerektiğini belirtmiştir. Kendisi de bu konuda tavizsiz davranmıştır. Peygamberimiz (s.a.v.) zamanında ileri gelen soylu ailelerden birine mensup bir kişi hırsızlık yapmış ve suçu sabit olmuştu. Bazı kişiler, onun affedilmesini sağlamak için Üsame b. Zeyd’i (r.a.) Hz. Peygamber’e (s.a.v.) aracı olarak gönderdiler. Çünkü Hz. Peygamber’in (s.a.v.), çok sevdiği Üsame’yi (r.a.) kırmayacağını düşünüyorlardı. Üsame (r.a.) durumu Hz. Muhammed’e (s.a.v.) aktarınca Resulullah (s.a.v.) çok kızdı ve ashabını toplayıp şöyle buyurdu: “Sizden önceki toplulukların helak olmasının sebebi şudur: Onlar, içlerinden itibarlı, güçlü biri suç işleyince cezalandırmazlardı. Zayıf biri suç işlediğinde ise onu hemen cezalandırırlardı. Allah’a yemin ederim ki hırsızlık yapan kızım Fâtıma olsa onun da elini keserdim.” (Buhârî, Hudûd, 12; Müslim, Hudûd, 8-9.)
Müslüman, helal kazanca çok önem verir ve çalışıp emek harcayarak rızkını kazanmaya gayret eder. Başkasının malına asla el uzatmaz. Hırsızlığın hem büyük bir günah hem de Müslümana yakışmayan kötü bir davranış olduğunu aklından çıkarmaz. Tarlada, bağda, bahçede, pazarda, nerede olursa olsun hiç kimsenin hakkını yemez. Allah’tan (c.c.) korkar. Çünkü hırsızlık yapan kişi kul hakkı yemiş olmaktadır. Kul hakkı ise Allah’ın (c.c.) kesinlikle affetmeyeceği günahlardandır. Dolayısıyla bilerek ya da bilmeyerek başkasının hakkını yiyen kişinin, dünyadayken mutlaka hakkını yediği kişiyle helalleşmesi gerekir. Bunu yapmazsa ahirette çok daha zor, çetin bir hesaplaşma ile karşı karşıya kalacaktır.