Din, bireylerin olduğu kadar toplumların da kaderine yön veren önemli bir olgudur. Bir milletin ayakta kalabilmesinin ve birlik beraberliğinin sağlanmasında o toplumun benimsediği inanç büyük bir etkiye sahiptir. Bunun en açık örneği ise Türk milletinin tarihidir.
Büyük çoğunluğu göçebe bir yaşam süren Türkler, zaman içerisinde temasta bulundukları birçok toplumun inancından etkilenmiş ve bu inançları kabul etmişlerdir. Fakat İslamiyet’i tanıyana kadar aralarında tam olarak din birliğinden bahsedilemediği gibi, hiçbir din de İslamiyet kadar Türklerin tarihî seyrinde büyük etkiler göstermemiştir.1 Türklerin Müslüman olması, onların tarih içerisinde eriyip yok olmalarını engelledi. Onlara birlik ve beraberlik içerisinde büyük bir devlet kurma ve İslam’a hizmet etme olanağı sağladı.
Türklerin İslam’ı benimsemesinde pek çok unsur etkili olmuştur. Bunların başında, İslam dininin Türklerin karakterlerine, düşünce ve ideallerine uygun olması gelir. Ayrıca Türklerin ahiret inancına sahip olmaları ile İslamiyet’teki cihat ve cihadın ahirette sağlayacağı mükâfat, Türklerin alplik ülküsüne ve gaza ruhuna uygundu.2 Bu nedenle Türkler İslamiyet’i benimsemekte çok zorlanmamışlardır. Tüm bunların yanında, Müslümanlarla kurulan olumlu ilişkiler, onların ticaretteki güzel ahlakı, dürüstlüğü ve tanıştıkları mutasavvıfların insan sevgisi, sabır, tevekkül gibi İslam’ın ahlak ilkelerine vurgu yaparak giriştikleri tebliğ faaliyetleri de çok etkili olmuştur. Göçebe Türklerin İslamlaşmasında derviş ve erenlerin de rolü büyüktür. Horasan üzerinden Türkistan’a ulaşan bu dervişler okudukları ilahiler ve şiirler ile İslam’ın benimsenmesine katkı sağlamışlardır. Okuma yazma bilmeyen göçebe Türk obalarına alışık oldukları mistik yoldan İslam’a dahil etmişlerdir.
Emeviler zamanında İslam’ı tanıyan Türklerin tümünün Müslüman olması üç asrı geçen bir zaman diliminde gerçekleşmiştir.3 Bu dönemde İslam devletinin hâkimiyetine giren Maveraünnehir bölgesi Türklerle Müslümanlar için ilk tanışma alanı oldu. Emeviler 706 yılında Maveraünnehir’i fethederek Buhara’ya ilk camiyi yaptırdı. Buhara ve Semerkant gibi büyük şehirlere Müslüman Arapları yerleştirerek bölge halkının İslam’ı tanımaları için uygun zemin oluşturdu. Ancak Emevi yönetiminin uyguladığı siyaset, Türklerin millet olarak İslam’a girmelerini yavaşlattı. Ömer b. Abdulaziz Devri bu konuda istisna kabul edilebilir. Zira bu dönemde İslam’ın sadece Arapların değil, tüm insanlığın kurtuluşu için gönderilen bir din olduğu vurgulandı. Uygulanan barış ve etkili irşat faaliyetleri kısa sürede meyvesini verdi. Türkler İslam’ı kabul etmeye ve gönüllü olarak irşat faaliyetlerinde görev almaya başladılar.4
Türkler arasında İslamlaşma, din adamlarının çabalarıyla hız kazanmıştır. Özellikle Talas Savaşı’nda (751) Türkler, Çinlilere karşı, Müslümanların yanında yer alarak sadece savaşın değil, Türk-Müslüman münasebetlerinin de seyrini değiştirdi. Bu savaştan sonra Türklerin yüzü İslam dünyasına döndü. Abbasi halifeleri yavaş yavaş Türklerin kabiliyetli olanlarını devletlerinin müdafaasında görevlendirmeye başladılar.5 Abbasilerin takip ettiği doğru siyaset neticesinde Halife el-Me’mun ve el-Mu’tasım zamanlarında Maveraünnehir sakinlerinin tamamı Müslüman oldu.
Müslümanların siyasi olarak hâkimiyetleri altına almadıkları Türk boyları, sayı olarak İslam Devleti sınırında bulunan Türklerden kat kat fazlaydı. Onların da 10. yüzyılın ortalarından itibaren büyük gruplar hâlinde Müslüman olmaya başladıkları görülmektedir. Türklerle Araplar arasında kurulan ticari dostluklar, yüz elli yıl süren askerî mücadelelerin başaramadığı İslamlaşmayı Hazar bölgesinde mümkün kıldı. Tüm Hazarlar Müslüman olmasa da İslam, Hazar ülkesinde yayıldı.
Ticaret için Maveraünnehir’e gelen Türkler bu bölgede İslam’ı tanıma fırsatı buldular. Hazarlar ve İdil (Volga) Bulgarları da yine ticari ilişkiler vesilesi ile İslam’la tanıştılar. X. yüzyılda İdil Bulgarları, Harezmli tüccarlar vesilesi ile tanıdıkları İslamiyet’i kabul ederek İslam’ı devlet dini olarak benimsediler.6 Türklerden İslamiyet’i kabul eden bir diğer devlet ise Karahanlılardır. Göktürklerden sonra Karlukların başında hüküm sürmeye devam eden Satuk Buğra Han sülalesi, Müslüman Karahanlı Devleti’ni kurdular. Karahanlılar Orta Asyadaki Müslüman olmayan Türk topraklarında gösterdikleri çabalarla Müslümanların doğuda itibar elde etmelerini sağladı.7 Ayrıca onların İslamiyet’i kabulü ve güzel bir üslupla dini yayma gayretleri başta komşu devletlerde olmak üzere birçok Türk’ün Müslüman olmasında etkili oldu. Oğuzların Müslüman olmaları da bu döneme denk gelmektedir.
Selçuklu İmparatorluğunun kurulması ve Türklerin İslam dünyasına hâkim olmalarıyla Selçuklular, İslam âleminde hem yeniden birliği sağladılar hem de İslam medeniyetine bilgi ve yetenekleriyle birçok katkıda bulundular. Selçuklu Devleti’nin kuruluşunun neticelerinden biri Anadolu’nun fethi ve Türkleşmesidir. Bu hadise Malazgirt Zaferi’nin ardından büyük bir Türk nüfusunun Anadolu’ya göçmesi ile mümkün olmuştur. Anadolu’ya ikinci bir göç dalgası da Moğol İstilası nedeniyle yaşanmıştır. Bu göçlerle başlayan süreç neticesinde Selçuklular zamanında Anadolu, Osmanlılar zamanında ise Anadolu’nun bir uzantısı olan Balkanlar’da İslamiyet yayıldı.8
1 Metin Bozkuş, Anadolu’da İslam ve Mezhepler, s. 24.
2 Osman Turan, Selçuklular ve İslamiyet, s. 27.
3 Nesimi Yazıcı, Türk-İslam Devletleri Tarihi, s. 12.
4 bk. Sönmez Kutlu, Türkler ve İslam Tasavvuru, s. 58.
5 Osman Turan, Selçuklular ve İslamiyet, s. 25.
6 bk. Hakkı Dursun Yıldız, Doğuştan Günümüze Büyük İslam Tarihi, C 6, s. 26-34.
7 Ali b. Salih el-Muheymid, “Karahanlılar ve İslam’ın Yayılmasındaki Katkıları”, CÜİFD, C 5, s. 28.
8 Osman Turan, Selçuklular ve İslamiyet, s. 48-53.