İnançta Dengenin Önemi Nedir?

Denge insanın duygu, düşünce, ahlak ve davranışlarında ölçülü, düzgün ve orta hâlli olması, tutum ve davranışlarında aşırılığa gitmemesidir.(Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, C 23, s. 256-257.) Yüce Allah, (c.c.) Kur’an-ı Kerim’de insanı dengeli, uyumlu ve düzgün bir yapıda yarattığını belirterek ondan bu yaratılışına uygun şekilde inanmasını ve yaşamasını istemiştir.(bk. İnfitâr suresi, 7. ayet.)

Allah, (c.c.) insanın yaratılışında olduğu gibi diğer canlı ve cansız her şeyi de bir denge ve düzen içinde yaratmıştır. Doğaya ve çevremize baktığımızda her şeyde bir denge, uyum ve ölçü olduğunu görürüz. Hayat, Allah’ın (c.c.) koyduğu bu denge sayesinde devam etmektedir. Dengenin bozulmasıyla hayatın akışı da bozulur. Hiçbir nesne, dengesi bozulunca ayakta duramaz. Örneğin insan dengeli beslenmediği zaman hastalanır. Evrenin dengesi bozulduğu zaman gök cisimleri yörüngelerinden çıkar, birbirine çarpar ve her şey alt üst olur.

Evrendeki bu düzen ve denge, İslam’ın üzerinde önemle durduğu tevhit inancına işarettir. En küçüğünden en büyüğüne kadar evrendeki bütün sistemlerin işleyişinin aynı olması, bu sistemleri tasarlayıp dengeleyenin de aynı olduğunu gösterir. Eğer bu sistemi tasarlayıp düzene koyan birden fazla güç olsaydı bu kadar karmaşık bir yapı içinde muhakkak bir dengesizlik ve düzensizlik olurdu. Öyleyse bu denge ve düzen, “bir” olan Allah’ın (c.c.) eseridir.

Yüce Allah, (c.c.) evrendeki düzenin korunması hususunda bizleri uyararak bir ayette şöyle buyurur: “Göğü Allah yükseltti ve mizanı (dengeyi) O koydu. Sakın dengeyi bozmayın.”(Rahmân suresi, 7-8. ayetler.)

Dinimiz özellikle inanç konusunda dengeli olmayı tavsiye eder. Bu konuda Allah (c.c.) şöyle buyurur: “Böylece sizler insanlara birer şahit (ve örnek) olasınız ve Peygamber de size bir şahit (ve örnek) olsun diye sizi orta bir ümmet yaptık…”(Bakara suresi, 143. ayet.) Allah’ın vahiy yoluyla Hz. Âdem’den (a.s.) Hz. Muhammed’e (s.a.v.) kadar insanlara ulaştırdığı inanç sisteminde bir denge vardır. Bütün peygamberlere gelen vahiylerde temel olarak aynı inanca yani tevhit, ahiret ve peygamber inancına vurgu yapılır.

Bütün peygamberlerin mücadele ettiği gibi Peygamberimiz (s.a.v.) de tevhit inancını, önce içinde yaşadığı putperest topluma yerleştirmek için çok çaba sarf etmiştir. Ancak o, bu mücadele sırasında hiçbir zaman dengesiz ve ölçüsüz davranmamıştır.

İnançtaki dengesizliklerin başında şirk gelmektedir. Şirk, Yüce Allah’ın (c.c.) ilahlığında, sıfat ve fiillerinde ve Rab oluşunda ortağı, benzeri ve eşinin olduğunu kabul etmektir.(Dinî Kavramlar Sözlüğü, s. 621.) Allah’a ortak koşmaktır. Yapılan ibadetlerde Allah’tan (c.c.) başkasını gözetme vb. kötü davranışlar da şirk kapsamında değerlendirilir. Allah’ın (c.c.) sonsuz gücü ve kudretini kabul edip sonra O’nun vasıflarını başka varlıklara yakıştırmak, inançta tutarsızlık demektir. Çünkü inancın her türlü yanlışlıktan ve aşırılıktan uzak, dengeli ve dosdoğru olması gerekir.

“Hani Lokmân, oğluna öğüt vererek şöyle demişti: ‘Yavrum! Allah’a ortak (şirk) koşma! Çünkü ortak koşmak elbette büyük bir zulümdür.’”

Lokmân suresi, 13. ayet.İnanç, insan tabiatında doğuştan var olan ve karşılanması gereken bir ihtiyaçtır. Yani insan, yaratıcı bir gücün varlığına inanmaya ihtiyaç hissedecek şekilde yaratılmıştır. Bu durumda inançsızlık, insan tabiatına uygun olmayan bir durumdur. Diğer taraftan vahye dayanmayan beşerî inançlar da vahiyden sapmadır ve insanın tabiatına uygun değildir. Hâlbuki inancın doğru, ölçülü ve dengeli olması gerekir. Bu bağlamda insanın tabiatına en uygun olan inanç, Allah’ın (c.c.) gönderdiği vahye dayalı inanç sistemidir.

Münafık; insanların arasını bozan, bölücülük yapan, toplumu karıştıran, fesatçı, nifak çıkaran kimselere denir?(1) Münafıklık da inanç yönünden bir dengesizliktir. Allah (c.c.) insanları inanıp inanmamakta özgür bırakmıştır. Bu sebeple bir kimsenin inancından dolayı yalan söylemesini gerektirecek bir durum kalmamıştır. Allah (c.c.) insanlara tanıdığı bu özgürlük sayesinde münafıklığa giden yolu kapatmıştır. Münafıklık Kur’an-ı Kerim’de sık sık eleştirilmiş ve bu konuyla ilgili şöyle buyrulmuştur: “İnsanlardan, inanmadıkları hâlde ‘Allah’a ve ahiret gününe inandık.’ diyenler de vardır. Bunlar Allah’ı ve müminleri aldatmaya çalışırlar. Oysa sadece kendilerini aldatırlar da farkında değillerdir. Onların kalplerinde münafıklıktan kaynaklanan bir hastalık vardır. Allah da onların hastalıklarını artırmıştır. Söyledikleri yalana karşılık da onlara elem dolu bir azap vardır.”(2)

İnançtaki bir başka dengesizlik de insanların peygamberleri aşırı şekilde yüceltmeleridir. Müşrikler Hz. Muhammed’e (s.a.v.) “…Allah (c.c.) bir beşeri mi peygamber olarak gönderdi…”(3) diyerek onun peygamberliğine itiraz etmişti. Allah (c.c.) onların bu itirazlarına “De ki: ‘Eğer yeryüzünde, (insanlar yerine) yerleşip dolaşan melekler olsaydı elbette onlara gökten bir melek peygamber indirirdik.’”( 4) ayetiyle cevap verdi. Kur’an-ı Kerim’deki ayetlere göre Yahudiler, Üzeyir’i; (a.s.) Hristiyanlar da İsa’yı (a.s.) “Allah’ın oğludur.”(5) diyerek yücelttiler ve inançta aşırılığa gittiler.

İslamiyet’e göre insanın duygu, düşünce ve davranışları inançlarına göre şekillenir. Dolayısıyla inancımız dengeli olursa duygu düşünce ve davranışlarımız da dengeli olur. İnancımızın dengeli olması için Allah’ın (c.c.) emirlerini öğrenmeli, Allah Resulü’nün (s.a.v.) hayatını ve tavsiyelerini örnek almalıyız.

“Beni överken Hristiyanların İsa’yı övdükleri gibi aşırılığa gitmeyin. Onlar İsa’yı Allah’ın oğlu konumuna yükselttiler. Ben Allah’ın bir kuluyum. Bu yüzden bana Allah’ın kulu ve elçisi deyin.” Buhari, Enbiya, 44.

(1) Dinî Terimler Sözlüğü, s. 262.
(2) Bakara suresi, 8-10. ayetler.
(3) İsra suresi, 94. ayet.
(4) İsrâ suresi, 95. ayet.
(5) bk. Tevbe suresi, 30. ayet.

Leave a Comment