İman, mümin olan kişinin inanç esasları hakkındaki bilgi düzeyi ve iman dairesine giriş süreci açısından farklı şekillerde tasnif edilmiştir.
Taklidî iman – Tahkikî İman: Delillere dayalı olmaksızın, ana-babadan veya çevresindeki insanlardan görerek ve öğrenerek iman etmeye taklidî iman denir. Böyle bir iman aile başta olmak üzere çevrenin telkiniyle meydana geldiği için aslında İslam toplumunda doğup büyümüş olmanın doğal bir sonucudur. Delillere, bilgiye, araştırma ve kavramaya dayalı imana ise tahkikî iman denir.
Ehl-i sünnet âlimlerinin çoğunluğuna göre taklidî iman geçerlidir. Ancak kişi imanını akli ve naklî delillerle kuvvetlendirme yönüne gitmediği için sorumlu kabul edilmiştir. Taklidî iman, inkârcı ve sapık fikirli kişilerin ileri sürecekleri şüphelerle sarsıntıya uğrayabilir. Bunun için imanı; dinî ve aklî delillerle kuvvetlendirmek gerekir. Çünkü bu deliller, ileri sürülecek şüphelere karşı imanda direnç sağlar.7
İcmalî İman – Tafsilî İman: Tevhid ve şehadet kelimelerini inanarak söylemek, imanın ilk derecesi ve İslam’ın temel direğidir. Gerçekte Allah’ı (c.c) yegâne ilah tanıyan, Hz. Peygamberi Allah’ın peygamberi olarak kabullenen kişi, diğer iman esaslarını ve Peygamberimizin (s.a.v) getirdiği her şeyi toptan kabullenmiş demektir. Çünkü diğer iman esasları, Hz. Peygamber aracılığıyla bize bildirilmiş, onlara inanmanın gerekli olduğu o yüce peygamber kanalıyla bize ulaşmıştır. Öyleyse Allah Elçisi’ni tasdik, getirdiği şeylerde ona inanmak demektir. Tevhid ve şehadet kelimelerini inanarak söyleyen kimse, Hz. Muhammed’in (s.a.v) haber verdiği ve bizlere bildirdiği esasların hepsine birden iman ettiğinden bu imana icmalî (toptan) iman denmektedir8. Mümin sayılabilmek için icmalî iman yeterli olmakla birlikte, kişinin dinin diğer hükümlerini ve inanılması gerekli olan şeylerin her birini teker teker öğrenip onlara da inanması zorunludur. İnanılacak şeylerin her birini açık ve geniş bir şekilde öğrenip bunlara ayrıntılı olarak inanmaya tafsilî iman denir. Tafsilî iman, imanın en geniş şeklidir; bu sebeple üç derecede incelenmektedir: Birinci derece; Allah’a (c.c), Hz. Muhammed’in (s.a.v) Allah’ın (c.c) peygamberi olduğuna ve ahiret gününe kesin olarak inanmaktır. Tafsilî iman, icmalî imana göre daha açık ve daha geniştir. Çünkü burada ahirete iman da özellikle belirtilmiş ve yer almıştır. İkinci derece; Allah’a (c.c), Allah’ın meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, ahiret gününe, öldükten sonra tekrar dirilmeye, cennet ve cehennemin, mükâfat ve azabın varlığına, kaza ve kadere inanmaktır. Yani tafsilî imanın ikinci derecesi, Amentüde ifade edilen prensiplerdir.
Üçüncü derece ise; Hz. Peygamber tarafından bize ulaştırılan, manası açık ayet ve mütevatir hadislerle sabit olan haber ve dinî hükümlere, Allah (c.c) ve Resul’ünün bildirdiği şekilde, ayrıntıları ile tek tek inanmaktır. Mesela namaz, oruç, zekât, hac vb. farzları; helal ve haram olan şeyleri öğrenip bütün bunların farz, helal, haram olduklarını yürekten tasdik etmek tafsilî imanın üçüncü ve en geniş derecesidir. Müslüman olmak isteyen bir kimse, icmalî iman ile İslam’a girmiş olur. Bu iman üzere ölürse neticede cennete girer. Dolayısıyla icmalî imanın, yeni Müslüman olanlar ile akıl ve öğrenme seviyesi bakımından inanılacak hususların ayrıntılarını kavrayamayan kimseler için söz konusu olduğu söylenebilir. İcmalî iman, nihaî kurtuluş için yeterli olsa da tafsilî iman Müslüman’ın imanını yüceltir, olgunlaştırır, sağlam temeller üzerine oturtur. Allah’ı (c.c) ve O’ndan geleni gönülden tasdik ettikten sonra, Hz. Peygamberin açıkladığı tüm buyruk ve yasakları bütünüyle öğrenmesi, kabullenmesi ve uygulaması gerekir. Tafsilî imanın üçüncü derecesi, zarüratı diniyye denilen ve inanılması zorunlu bulunan bütün inanç, ibadet, muamelât ve ahlâk hükümlerine inanmayı içermektedir.9
9. Saim Kılavuz, Anahatlarıyla İslam Akaidi ve Kelama Giriş s. 50.